14 milyonun üzerindeki nüfusuyla bu şehir sadece aşırı kalabalık değil, aynı zamanda üst üste yaşayan farklı insanların ve hayat tarzlarının kaynaştığı inkar edilemez bir erime potası. Avrupa ile Orta Doğu arasında köprü kuran kentin İstiklal Caddesi, sabah bile hayat dolu ve capcanlı. Londra’nın Oxford Caddesi, İstiklal Caddesi yanında sönük kalır.
Buraya gelenlerin çoğu gibi İstanbul’u gezmeye başladığımda benim de gözüme çarpan ilk şey, şehirdeki yaşamın yoğunluğu oldu. Görmüş geçirmiş bir gezgin olarak hiçbir yerde bu kadar yoğun bir kentsel yaşam alanı görmediğimi söyleyebilirim. Üst üste inşa edilen apartmanlar gökyüzüne kadar uzanıyor. Boğaziçi’nin tepelerinden başlayıp doğuya ve batıya doğru uzanan sanki neredeyse birbirine dokunacak kadar yakın sıralanmış sonsuz binalar, Marmara’dan Karadeniz’e kadar uzanan ve Avrupa ile Orta Doğu arasında köprü kuran, bu dünyanın en büyük ve kesinlikle en yoğun nüfuslu şehrini meydana getiriyor.
Uçağın penceresinden baktığınızda gördüğünüz bu yoğun kalabalık, indiğinizde de aynı şekilde devam ediyor; hınca hınç dolu alışveriş merkezleri, insan yığını caddeler, tıpkı bir labirent gibi dolambaçlı, dar sokakları alabildiğine yayılmakta.
TAKSİM DOĞAL ÇEKİM MERKEZİ
İstiklal Caddesi’ni turlamak ise sadece yoğunluğun tavan yaptığı öğleden sonralarda bir sabır ve kalabalıkta yol alma egzersizi değil, cadde sabahın ilk saatlerinde dahi hayat dolu, gece eğlencesinden dönenlerle, tıklım tıklım. Kıyaslandığında Londra’nın Oxford caddesi bile sönük kalır. Aslında daha çok Bund’daki yoğun bir Şangay caddesiyle karıştırmak mümkün ki bu da şehrin küresel konumunu ve Avrupa’yla Asya arasındaki köprü rolünü daha da vurguluyor.
Dünya üzerinde, benim memleketim Avustralya’nın Perth şehrinden daha farklı bir görüntü olamaz. Sınır çizgileri dahi olmayan dünya üzerindeki en izole ülkelerden biri. Ve en kopuk şehri Perth, ki dünyadaki en kopuk başkent olarak bilinir (Batı Avustralya Eyaletinin başkenti), 23 yaşıma kadar evim dediğim yer. Bu kopukluk sorunu bir yana bırakılınca şehrin dizaynı İstanbul’unkiyle paralellikler gösterse de benzer hiçbir tarafı yok.
İstanbul’daki kentsel yoğunluk burada ise yerini dümdüz, uçsuz bucaksız Hint Okyanusu’yla Darling Ranges’in birleştiği noktada, Swan Nehri’ni merkez alarak 100 km’yi aşan bir yaşam alanına bırakıyor. Tıpkı Boğaz’ın Asya’yla Avrupa’yı ayırması gibi, burada da hayat ve sosyal yaşam nehrin kuzey ve güney kısmı olarak birbirinden ayrılmış.
Elbette 2 milyondan az bir nüfus ve gerekenden çok çok fazla alan söz konusu olunca kaçınılmaz olarak çok farklı bir kentsel yaşam alanı meydana geliyor. Geniş, bomboş banliyö sokakları, ferah parklar ve kıyasla küçücük kalan şehir merkezi bir boşluk hissi uyandırmıyor değil. Hatta bazen, burada bu kadar insanın dahi yaşadığına inanmak zor. Burada her şeyin aslında yeni olduğu gerçeğiyle beraber düşünürsek, böylesi kısa bir tarihi olan bu yer şehirleşme konusunda yüzyıllar boyunca oluşan sosyal gelişimden ve şehrin faklı bölgelerindeki farklı kültürel yapılardan yoksun. Sonuç olarak her sokakta homojen bir yapı ortaya çıkıyor. Elbette ekonomi temelli farklılıklar var ancak, İstanbul’un Beyoğlu ya da Beşiktaş semtlerinde kısa bir yürüyüşte dahi göreceğiniz farklılık kadar keskin değil. Sonuçta, bu kendini salmış banliyö tarzı ilhamdan uzak ve çekiciliği engelliyor. Güzel bir yer, ancak bu gözüpek gezgin için boş bir şehir.
Sonu gelmez şehir eziyetinin altında doğal olarak çoğu kişi, İstanbul’un bitmek bilmez kalabalıklarının getirdiği zorlukları ve yükselen stresi kötüleme eğiliminde. Gelin görün ki, buradaki hayatı tatmanın getirdiği çekici ve cazip özellikler var. Taksim, turistlerin ve yerlilerin toplandığı doğal bir çekim merkezi. Avrupa yakasında göze çarpan yoğun hayat ise en çok burada hissedilebilir. Taksimde herhangi bir yöne doğru yapacağınız kısa bir gezinti, şehrin faklı taraflarını ortaya çıkarıyor. Kuzeye yönelirseniz, lüks mağazalar ve özel gece kulüpleri ile belki de en Avrupai tarzda yerleşim yeri olan Nişantaşı’na varırsınız. Ana caddeler 3 şeritli ve yılın farklı zamanlarında değişik şekillerde süsleniyor. Sadece Türk kültürü değil Noel gibi batı tarzı gelenekler de hayat bulmakta. Bazı sokaklarda kendinizi Paris ya da Milan’ın kalbindeymiş gibi hissedebilirsiniz.
Taksim’den hafifçe güneye yönelirseniz Cihangir’e ve ardından Karaköy’e varırsınız. Burada çok sayıda gurbetçi ve şehrin bohem hayat tarzındaki yerlileri, bir arada Avrupai tarzda, art deco stilinde ve aynı zamanda fonksiyonel olabilen bir mimari yapının içinde yaşıyor. Batı’ya dönerseniz ise kendinizi daha geleneksel yapıdaki Tarlabaşı ve Şişhane’nin içinde bulursunuz. Orası da kendi içinde ayrı bir dünyadır.
VE…
‘Bir adamın evi kalesidir’ sözü Avustralya’da sık sık tekrarlanan bir sözdür, aile evlerinin kapalı duvarları, çitle çevrili bahçeleri, gerekli bütün alan ve rahatlıkla beraber burada hayat daha çok durma eğilimde. İstanbul’da ise tam tersi, şehrin canlılığı hayata yansıyor. Bir toplum ruhu doğmuş, sokak ve çarşılardaki o gürültülü toplumsal iletişim günlük hayatın renkli bir parçası. Farklı ve bazen de garip ancak her zaman merak uyandırıcı ve hayattan keyif almanızı sağlayan imkanlarla dolu.
Cameron Dean
Sabancı Üni. Öğretim Görevlisi