Tokat’ta doğdu. Çok tokat yedi. 7 yaşında babası evlatlıktan reddetti. Kardeşi onu zehirlemek istedi. Annesi, babasını vurmak için ‘tabanca parası kazan’ diye Ankara’ya gönderdi. Tuvaletlerde yattı, ardından İstanbul’a geldi. Uçak parası bile bulamazken otobüsle Londra’ya gitti ve İngiltere’nin zenginleri arasına girdi.
Günümüz eğitim sisteminde test kitaplarına gömülmemiş, sınav stresiyle boğuşmamış çocuk kalmamıştır sanırım. Anne, babaların da bu dünyaya bırakabilecekleri en güzel mirasın temeli sağlam, iyi yetişmiş çocuklar olduğunu düşünürsek; aile içinde başlayan temel eğitim ardından, Matematik, Fizik, Türkçe, Biyoloji dersleriyle eğitim döngüsünün ikinci aşamasına geçildiğini söylemek mümkündür. İşte o zaman gelsin özel dersler, dershaneler, dersler. Peki ya ‘Hayat Dersi’?…
İşte şimdi size çocuklarınıza okutabileceğiniz türden bir ‘Hayat Dersi’ . 7 yaşında okumak isteyen, 11 yaşında annesinin babasını vurmak için tabanca parası kazansın diye Ankara’ya gönderdiği, ‘İstenmeyen Çocuk’ unvanını kazanmış ‘küçük’ bir çocuk o. Ama ‘Herkes ‘büyük adam’ olmak isterken, ben ‘iyi bir adam’ olmayı kafama koymuştum’ diyebilecek kadar da ‘büyük’ bir çocuk.
Yatacak yeri olmayan, çakmaklara benzin doldurarak para kazanmaya çalışan o çocuk büyüdü ve Londra’nın en zengin Türklerinden biri oldu. Belki zengin derken, sadece para olarak belirttiğimi düşüneceksiniz, ama hayat hikayesini okuduğunuzda asıl zenginliğinin paradan daha öte olduğunu göreceksiniz.

Hala kim olduğunu çıkaramadıysanız, biz size yardımcı olalım. Bahsi geçen kişi, gurur kaynağımız Hüseyin Özer.
KİTAP GİBİ BİR HAYAT
Tokat, Ankara ve Londra. İlk işi bir İngilizce kursuna yazılmak olur. Aynı zamanda bir dönercide çalışmaya başlar. Yıllar sonra çalıştığı bu dükkanı satın alır. Dönerci dükkanını lüks bir restorana dönüştürür. Sağlıklı ve lezzetli yemekler yapmak için diyet hocaları tutar. Yaklaşık 30 yıl iş yapmayan ve sürekli kapanan dükkanın kapısında uzun müşteri kuyrukları oluşur. Cafe zinciri kurulur. Daha sonra da ‘Hüseyin Özer Eğitim Vakfı’nı kurar. Tüm dünyada satılan yemek kitabı çıkar. Devlet büyükleri İngiltere’ye gittiğinde mutlaka onun yerine uğrar. O yatacak yeri yokken şimdi malikane sahibidir. Müthiş bir hikayenin baş kahramanıdır.
Özer hiç okula gidememiş. Keçileri güderken, Çoban Celal Emmi’den okuma yazmayı öğrenmiş. Taşla taşa, değnekle kara (toz), kömürle duvara yazıyormuş. Analığı tarafından teşvik edilen abisi, ona zehirli bir incir vermiş. Ama Özer, Ramazan ayı olduğu için inciri tükürmüş. Ankara Sıhhıye’de yatıp kalktığı tuvalet için ‘Ben minnettarım o tuvalete, yatacak yerim vardı’ diyor. Restornda çalıştığı dönemde ilk defa cebi para görmüş. Hatta cebindeki parayla köşeyi döndüm hissine kapılmış.
‘KİM OLURSAN OL GEL’
“Biz bir vakıfız. Üniversite de vakıf olduğumuz ve daha fazla kitlenin faydalanması için indirimli fiyat uyguluyor. Biz para almıyoruz. Yemek veriyoruz, maaş veriyoruz. Hangi din, dil, ırk, renkten olursan ol, kim olursan ol, gel diyoruz. Türk yemeğini sadece Türkler yapar diye bir şartımız yok. Biz şimdi üniversite olduk. Gidip ders vermiyoruz, onlar bize geliyor. Restoran açma tekniğini öğretiyoruz. Bunun başında da sonunda da mutluluğu öğretiyoruz. Asla yorulmuyorsun. Bu inceliği öğretiyoruz.”
