İtalya’dan kopup gelen Cenevizlilerin mezarları, Bizanslıların kilise inşası, Arap müslümanların Galata diplerine dayanması ve burada savaşması, Osmanlıların fetihten sonra camiye çevirmesi, Endülüs’ten göç eden Arapların bölgeye yerleşmesi, İstanbul’un yangınları ve günümüzde betonlaşma istilasının arasında, ticari kaosun ortasında kaybolup gitmesi… Kısacası İstanbul’un kadim camisi Arap Camii bir hatıra defteri gibi.
Bir tarih sahnesi düşünün… Emevi kumandanlarından Mesleme bin Abdülmelik, Arap ordusunun başında İstanbul’u fethetmek için şehrin surlarına dayanmış. Yıl 716 veya 17, Hicretin 97. yılı, Arap Ordusu Haliç’ten şehrin surlarını dövmektedir, Galata bölgesi zapt edilmiştir. Bir rivayete göre 7 yıl burada kalan Müslümanlar, ibadet için bir mescit inşa etme ihtiyacı hissederler ve İstanbul’un ilk camisinin temeli işte o vakit atılır. Bu 7 yıl içerisinde ne zaman inşa edildiği tam bilinmese de, bir cami inşa ettikleri vakidir. Gel zaman git zaman, Galata ile Perşembe Pazarı arasında kırmızı tuğlalı camii belki de İstanbul’un mevcut cami ve kilise yapılarına benzemediğinden, ya da öyle olması istendiğinden Arap Camii adını alır ve Arapların kuşatma sırasında inşa ettikleri caminin burası olduğuna inanılır. Peki gerçekten öyle midir? Perşembe pazarında, beton blokların arasında kaybolmuş bu devasa camii “O Arap Camisi” midir?
ARAP CAMİİ OKMEYDANI’NDA MI?
Emevi ordusu 7 yıl şehirde kaldıktan sonra Mısır’da oluşan bir ayaklanmayı bastırmak için İstanbul’dan ayrılır ve şehir yeniden Bizans’ın eline geçer. İşte bu tarihten sonra işler karışır. Bir diğer rivayete göre şehri geri alan Hristiyanlar bu mescidi yıkıp yerine bir kilise yapmışlardır. Bu rivayete katılmayanlar ise Emevi Ordusu’nun inşa ettiği caminin bugünkü Okmeydanı civarında olduğunu söyler, onlara göre burası daha önce de kilise olarak tasarlanmıştır ve İstanbul’un ilk gotik kilisesidir. Zira Bizantolog, sanat tarihi uzmanı yazar Semavi Eyice 20. yüzyıl başında bulunan mezar kitabelerinin Cenevizliler’den kalma olduğunu söyler. Arap Camii ile ilgili en akla ve tarihe uygun yanıt, burasının eskiden Ceneviz mezarlığı olduğu, sonrasında Dominiken papazlarının kilisesi olarak kullanıldığı ve fetihle birlikte camiye çevrildiği yönündedir. Bununla ilgili diğer bir kanıt ise 1925-1945 yılları arasında İstanbul’da yaşayan rahip Benedetto Palazzo’nun yazdığı ‘Arap Camii veya Galata Saint Paul Kilisesi’ kitabıdır. Palazzo kitapta binanın altında bulunan Ceneviz yazıtlarından bahseder ve burasının Ceneviz mezarlığı olduğunu anlatır. 14. yüzyılda ise Dominiken papazlarının kullandığı bir kilise haline getirilmiştir.
İSTANBUL’UN EN ESKİ CAMİSİ
Bu ihtimalleri ve araştırmayı tarihçilere bırakıp, Arap Camii’nin ruhundan bir gezgin olarak dünya turuna çıkalım.
Perşembe Pazarı etrafında dolaşırken, armatür dükkanlarının, hırdavatçıların, hamalların ve dar sokaklarda yol almaya çalışan arabaların arasından sıyrılarak, binaların arasında gizlenen Galata Mahkemesi Sokağı’nda Arap Camii’ne rastlıyorsunuz. Kiremit rengi taş duvarları, sakıflı çatısı ve alışılmadık gotik kiliseleri andıran sivri minaresi ile Arap Camii, sanki bu beton denizine kazara düşmüş bir değerli defter gibidir. Onu ne Perşembe Pazarı’ndan ne de Galata’dan göremezsiniz. Kayıtlarda İstanbul’un en eski camisi olarak geçen Arap Camii’ni görmek için ayağına kadar gitmeniz şarttır. Gördüğünüzde de şaşırır ve tuğladan büyük yapının ne olduğunu sorgularsınız. İstanbul’da alıştığımız, bol kubbeli, kıvrımlı ve yüksek minareli camilerin tersine Arap Camii, sivri külahlı minareye, köşeli duvarlara, İstanbul’un yalıları gibi ahşap iç dekorasyona ve taş duvarlara sahiptir. Zaten sizi şaşırtan da bu aykırılıktır, bu bölgedeki ne kiliselere, ne de camilere benzer. (Yapının teknik yönünü anlatmak sanat uzmanlarının işi, biz daha çok bir gezgin izlenimi ile anlatacağız.) Bu aykırı mimari ve adının Arap Camii olması ilk anda sizin için kafanızdaki soruların cevabı oluverir. Peki gerçekten bu aykırılığın sebebi Arap mimarisi mi? Bu nedenle mi bu kadar farklı?
O BİR GOTİK Mİ?
Sonra Kahire’deki camileri gözünüzün önüne getiriyorsunuz. Örneğin; El Ezher Camii ve Mısır’daki Süleyman Mescidi gibi… Arap Camii mimari olarak bu eserlere de benzemiyor. Çünkü Kahire’de camiler daha çok bir üniversite kampüsü gibi. El Hakim dışardan kale gibi heybetli görünür. Camii avluları bizde geniş olmadığı için bu camilerin içine girince avlunun bir kampüs gibi tasarlandığını görünce şaşarsınız. Kafanızı karıştıran asıl unsur ise minarelerin cami bölümlerine değil, dış duvarların üzerine kondurulmuş olmasıdır. El Hakim, Arap Camii gibi Arap Cami’si gibi köşelidir ama ne yapı, ne kullanım alanları ile yakından uzaktan ilgili değildir. Kahire’deki diğer bir cami olan Sultan Hasan Camii ise tek bir yapı ve bütün bir yapı kubbe ile birleşmiş gibidir. Bu yönüyle El Hakim Camii’nden tamamen farklı olmakla birlikte, hem duvar işçiliği, hem dikdörtgen yapısı, süslemeli ve oval minareleri ile Arap Camii’nin yakınlarından bile geçmez.
Bizdeki Arap Camii’nin gotik kiliselerin çan kulesini andıran minaresinin bir benzeri yoktur . Çan kulesi ve taş yapının dikdörtgen yapısı biraz İtalyan tarzını andırır. Arap Camii’nin önceden bir kilise olduğunu söyleyenler, Gotik kilise mimarisine dikkat çekiyorlar. Ama Arap Camii’nin ne geometrik şekli, ne avlu yapısı, ne de minaresi tarz olarak bu gotik yapılara benziyor. Almanya’nın ünlü Gotik kilisesi Köln’deki Dom Kilisesi’nin, karmaşık, bol süslemeli yapısının tam tersine Arap Camii’nin çok sade bir tarzı vardır.
GALATA YANGINLARI PEŞİNİ BIRAKMADI
Arap Camii’nin 1453 öncesindeki tarihi biraz karışık ve belirsiz. Ama İstanbul’un fethinden sonraki hikayesinde ise bir soru işareti yok. Bizanslıların Mesa Domeniko adını verdikleri kilise Fetih’ten sonra Galata Camii olarak hizmet vermeye başlar. 1492 yılında İspanya Endülüs’ten göç etmek zorunda kalan Araplar bu camii çevresine yerleştirilir ve bu nedenle adı Arap Camii’ne evrilir. 1731 yılındaki Galata yangınında harap olan Arap Camii, I. Mahmud’un annesi Saliha Sultan tarafından onartılmıştır. Ama 1807 yılındaki yangında yeniden harap olmuş ve tekrar tamir edilmiştir. Arap Camii’nin onarım macerası bununla da bitmemiş, 1868 ve 1913 yıllarında da geniş çaplı iki tamirden geçmiştir. Şadırvan ve avludaki diğer eklentilerde bu tamirler esnasında yapılmıştır. Belki de yangınlardan sonra defalarca tadilat gördüğünden Arap Camii’nin içi Anadolu’daki ahşap camileri hatırlatan enfes ağaç işlemeleri ile süslüdür. (İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı bilgileridir.) Asma kata çıkan ahşap merdivenlerin iki yana açılışı ve üst işlemeleri enfestir. Ayrıca yapının içi çevresindeki (artık bir elin parmaklarından daha az kalan) ahşap Galata evleri ile uyumludur. O’nun İstanbul’un ruhu ile sağladığı rabıta da belki bu ahşapların çehresinde gizlidir.
İSTANBUL’A KİM AYAK BASTIYSA BİR İZ BIRAKTI
Bu, İstanbul tarihi kadar eski eserin önce pagan tapınağı, sonra cami, sonra kilise, sonra yeniden cami olma ihtimali var. Daha zayıf olmakla birlikte önce cami, sonra kilise ve yeniden cami olma durumu da söz konusu.. Diğer bir ihtimal ise kilise olarak inşa edildiği ve 1453 yılında İstanbul’un fethi ile cami hüviyetine kavuştuğudur. Her hikayeye ait olduğumuz sınıfa göre inanma alışkanlığımız var, kendinizi mutlu edecek öykünün peşinden gidip anlatmaya devam edebilirsiniz. İtalya’dan kopup gelen Cenevizlilerin mezarları, Bizanslıların kilise inşası, Arap Müslümanların Galata diplerine dayanması ve burada savaşması, Osmanlıların Fetih’ten sonra Camii’yi çevirmesi, Endülüs’ten göç eden Arapların bölgeye yerleşmesi, İstanbul’un yangınları ve Cumhuriyet sonrasının betonlaşma istilasının arasında kaybolup gitmesi. Kısacası İstanbul’un kadim Camisi bir hatıra defteri gibidir. Onu yok olmadan okumasını bilmek gerek…
“Kİ DOKSAN ALTI SENE GEÇMİŞ İDİ HİCRETTEN”
1807 yılındaki yangın sonrasında bina yeniden elden geçirilmiş ve binanın tarihçesi Divan-ı Hümayun kâtibi Hacı Emin Efendi tarafından bir taşa işlenmiş ve mihrabın sağ tarafına konulmuştur. Kitabe’de şunlar yazmaktadır: “Ki doksan altı sene geçmiş idi hicretten… Çün oldu Velid bin Abdülmelik Halife-i din… Murad edüp feth-i Konstantiniyye’ye sefer, Ki kıldı Mesleme-i namdar-ı serasker.” Bu kitabe Arap Camii’nin Osmanlı zamanında dahi Araplar tarafından inşa edildiğine inanıldığını gösteriyor.
NOTLAR
- Kiliseden camiye çevrildiğinde Galata Camii adını almıştır.
- Tarihi Cami; dikdörtgen plan üzerine, gotik üslupta inşa edilmiştir.
- San Dominika Kilisesi 1474 yılında camiye çevrildiğinde bölgenin en büyük camisi olduğu için halk buraya Cami-i Kebir demiş.
- Birçok makalede İstanbul’da ilk ezanın burada okunduğu yazar ama buna dair bilimsel bir kanıt yoktur. Kadırga civarında olma ihtimali daha yüksektir.
- 1999 depreminde hasar gören Arap Camii’nin sıvalarının arkasından 14. Yüzyıla ait mozaikler çıktı.
ARAP CAMİİ HAKKINDA
Yazının içerisinde bahsetmiştik, titiz bir çalışmaya imza atmak isteyen Palazzo, araştırma sürecinde, İstanbul’da görev yaptığı Galata Saint Pierre Kilisesi arşivi başta olmak üzere, İstanbul ve İtalya’daki arşivlerden istifade etmiştir.
GERÇEK ARAP CAMİİ KADIRGA’DA MI?
Emevi komutanı Mesleme bin Abdülmelik yönetimindeki Emevi orduları bölgede 10 ay kalabilmiş ama İmparator Leon ile bir cami inşası konusunda anlaşmış. Ama bu caminin Galata’da değil, Kadırga üstlerinde Sokullu Mehmet Paşa Camii civarında olduğunu sanılıyor. Peki Arap Camii’ndeki Mesleme çilehanesi neden o vakit burada? Semavi Eyice bu çilehanenin ve Arap Baba kabrinin yakın tarihlerde yapıldığını yazıyor.
RÖNESANS GALATA’DA MI BAŞLADI?
Yakın bir zamanda NTV Tarih dergisinde ilginç bir araştırma yayınlandı. Dergiye göre 1999 depreminde Arap Camii’nin sıvalar dökülünce duvarlarında, 14. yüzyıla ait çok özel fresk ve mozaikler ortaya çıkarıldı. Rönesans hareketinden yüzyıl öncesine ait olan bu resimler Rönesans hareketinin ilk izleri olarak tarihe geçti. Yine dergiye göre, dünya sanat tarihini değiştirecek bu eşsiz eserlerin üzeri sıvayla kapatıldı.