YAŞAR KEMAL YILLAR BOYU ANADOLU’YU, EN ÇOK DA ÇUKUROVA’YI ANLATTI BİZLERE. ‘ÇUKUROVA’SINI YAZMAYAN HİÇBİR YAZAR BÜYÜK ROMANCI OLAMAZ’ DEMİŞTİ. BU TOPRAKLARI ANLATTIKÇA BÜYÜDÜ, ÇUKUROVA’NIN BEREKETLİ TOPRAĞINDA YEŞEREN YAŞAR KEMAL, DİLİNİN SİHRİNİ BU TORAĞIN ACISIYLA, YOKLUĞUYLA VAR ETTİ. BELKİ DE EN ÖNEMLİSİ BU TOPRAKLARDA KENDİ SEVDASINI BÜYÜTTÜ…
I. Dünya savaşında Ruslar Kafkas Dağları’nı aşıp; Doğu Anadolu’ya, Erzurum’a, Ağrı’ya, Van’a, Hakkâri’ye girdiğinde, kendilerinden önce korkunun kokusu geldi. Ölüm kusan bu haber bir süre sonra bir korkuya dönüştü, bu korku büyüdü, büyüdü, bir çığa dönüştü, o çığ koptu ve bütün bir coğrafyanın üzerine düştü. İşin içine kan davası da girince Yaşar Kemal’in ailesine göç yolları işte o zaman, 1915 yılında göründü. Van’ın Arnês Köyü’nden, henüz bilmedikleri bir yere doğru yola çıktılar… Yollarının düştüğü yer Hemite (Gökçedam) köyüydü. Bu köyde üç çeşit toprak vardır; mavi, sarı ve kırmızı… Türkmen köyünde tek Kürt aileydi onlar. İşte Yaşar Kemal bu köyde, toprak sıvalı bir evde dünyaya geldi. Asıl adı ‘Kemal Sadık Göğçeli’…
YAŞAR KEMAL OLMAK
3.5 yaşındayken, avluda koyun kesen babasını meraklı gözlerle seyrettiği bir gün, babasının elinden fırlayan bıçak, karşıda kocaman gözlerle onu seyreden oğlu Kemal’in sağ gözünün üstüne saplandı. O gözü bir daha da hiçbir şey görmedi, göremedi. Bu ilk acısıydı. Babası Sadık gözünün önünde bıçaklandıktan sonra tek bir cümle çıkmıştı ağzından sadece, “Yüreğim ağrıyor” dedi… Bu olaydan sonra 12 yaşına kadar hep kekeme yaşadı, sadece türkü söylerken çözüldü dilinin bağı. O da türkülere sığındı zaten, o kadar çok türkü söyledi ki, bir süre sonra adı “Âşık Kemal”e çıktı. Irgat kâtipliği, su bekçiliği, traktör sürücülüğü, kunduracılık, kütüphane kapıcılığı yaptı, mahpus damına da düştü… Daha sonra cebinde beş lirayla Adana’dan kamyona binip, Ankara üzerinden İstanbul’a geldi… Cumhuriyet’te çalışmaya başladıktan sonra ilk eserleri olan Teneke ve İnce Memed’i yazdı. Çukurova’nın yarım yüzyıllık görgüsünü, duygusunu betimledi. Bu yüzdendir ki Düldül Dağına İnce Memed Dağı demek hiç de yanlış olmaz… Yaşar Kemal; Bu ülkenin taşını, toprağını hatta dikenlerini bile romanlarında sayfalarca anlattı. Anlattığı her coğrafyadaki kokuları duyuran, renkleri gösteren, değişen sosyal koşulların yoksul köylüler üzerindeki etkilerini irdeleyen, destanla realiteyi birleştiren yapısıyla kotaran bir yazar o. Nasıl anlatırsın ki başka bir iklimin güneşine Çukurova güneşini; nasıl hissettirirsin o yoksulluğu, yoksunluğu, zulmü? Yaşar Kemal’in anlatmayı hatta hissettirmeyi başardığı şey tam olarak budur aslına bakarsanız…
EKMEĞİ HERKES FIRINDA ZANNEDER OYSAKİ EKMEK TOPRAKTADIR…
Doğa özgür, insan tutsak, insanoğlunun bozmasına, yakmasına, yıkmasına tutsak. Doğa kendiyle barışıktır aslında, savaşan insandır… Toprağı, ekmeği, aşkı için savaşan Memed’i anlatmadı o, bu toprak üzerinde yaşayan binlerce Memed’i diriltti. ‘Çakırdikeni’ bu kelimeyi başka kim böyle derinden hissettirebilirdi? Çakırdikenini sanki kendi ayağınıza batmışçasına tanırsınız artık. Yaşar Kemal, pamuk ve çeltik tarlalarından, ırgatların döktüğü terden, kerpiç evlerde kaynayan çorbadan, yörüklerin çadırlarından, kısacası Çukurova’nın bereketli topraklarından doğar…
KÜRT YAŞAR İLE YAHUDİ TİLDA…
Bir damla sudan deniz edebilen bir deryadır Yaşar Kemal, kedisi yoktu belki ama sokak kedileri vardı onun, kocaman gözlüklerin ardından 360 derece bakabilen gözleri, kalem tutan bir eli ve bir de ‘Tilda’sı… ‘’Efsanenin somutu olur mu? Somut olursa, efsane olur mu?’’ Tek bir istisnayla olabilirdi, oldu. Yaşar Kemal ile Tilda. Yaşar Kemal’in insanlığın dağarcığına kazandırdığı nice efsanenin, yazılmamış; yaşanmış hali oldular. Ne mükemmel bir buluşma. Kürt Yaşar ile Yahudi Tilda… Çukurova’nın bereketli toprağında yeşeren Yaşar Kemal dilinin sihrini bu torağın acısıyla, yokluğuyla var etti. Belki de en önemlisi bu topraklarda kendi sevdasını, Tilda’sını büyüttü… Tilda ölüm döşeğindeyken, Yaşar Kemal’in kulağına fısıldadığı cümle onların aşkını ve hayatını anlatan tek nefeslik bir özettir aslında, “Thildacığım, sevgilim. Sana teşekkür ederim. Yaşadığımız bu güzel hayat için sana teşekkür ederim sevgilim. Korkma, sakın korkma! Biz namuslu bir hayat sürdük.” Bazı insanlar vardır, Kız Kulesi, İstanbul silüeti misali efsane olmayı başarıp sonsuza kadar yaşayacak sanırız… Yaşar Kemal işte bu efsanelerden biriydi. Bir yazarla ilgili söylenen hemen hemen her şey doğrudur. Ne söylerseniz söyleyin, ne söylersek söyleyelim doğrudur ama hiçbiri tarif etmeye yetmez, eksik kalır. Bir yazarı tarif etmek gökyüzünü ya da okyanusu anlatmaya çalışmaktan farksızdır. Yaşar Kemal gibi bir yazarı anlatmak ise çok daha zordur… Yaşar Kemal öldü, Anadolu’nun isyankar çocuğu, Yaşar Kemal gitti…
Yazar: Dilara Gülşah Azaplar