“Çiçek almak ister misiniz?” Evet, bu mahcup soru tarzı bana ait. Çünkü hayatımda ilk defa trafikte duran arabaların yanına gidip çiçek satıyorum. Bu çabam 12 yaşındaki Muhammed’i ve onun gibi ekmeğini şehrin keşmekeşinde kazanmaya çalışanları bir nebze de olsa daha iyi anlayabilmek için…
Belki hararetli bir tartışmanın, belki de arkadaşlarımızla yaptığımız koyu bir sohbetin tam ortasındayken birden bire peyda olan çiçek satıcılarına hepimiz aşinayız. Aniden kırılan kalplere, gergin başlayan randevulara ağrı kesici olurken, zamansız anlara tanıklık etmelerini ise çoğumuz hoş karşılamıyoruz. Peki, madalyonun öteki yüzü nasıl? Olaya geniş açıdan baktığımızda; İstanbul’un bin bir hikâye barındıran gecekonduları, plazaları, onlara çıkılan katlar, arsalar, şehrin kenarında büyüyen ve sonunda şehri bir şekilde yutan, karmaşıklaştıran, zenginleştiren manzara. Bu manzaradan bize kalan ise; simitçi, çiçekçi, bozacı, midyeci, pilavcı ya da inşaatçıların hikâyeleri… Aslında İstanbullular günlerinin her saatini seyyar satıcılarla birlikte yaşamaya alışmış. Onların değişik tonlarda, kimi zaman hiç anlaşılamayan, içerisindeki ünlüleri genellikle uzatarak söyledikleri nağmeleri, naraları ise İstanbul semtlerine renk katıyor. Bu insanlar günün ilk ışıklarıyla işe başlayarak akşamın ilerleyen saatlerine kadar, muntazam aralıklarla caddelerde ve sokaklarda geçişlerini sürdürürler. Sanki hayatın çelişkilerinin sokaklara yansımasıdır onlar ve hayatın belirsizliğini apaçık yüzümüze vururlar. Tıpkı Halep’ten gelip, Ortaköy’de çiçek satmaya çalışan Muhammed gibi… Bu dünyada boş yaşayanlara örnek olurcasına, çalmadan çırpmadan çiçek gibi yaşayanlardan o. Günlük kazanç, günlük yaşamak, günlük hayat…
“ÇİÇEK İSTER MİSİN ABLA?”
O bana “Çiçek ister misin abla?”, der demez ben ona hadi gel çiçekleri birlikte satalım dedim ve aramızda bir anlaşma yaptık. Ben ona yardımcı olacaktım, o da bana bu işin taktiklerini anlatacaktı. Muhammed’in Derbent’ten 20 liraya aldığı 10 adet gülü, öğle saatlerinde geldiğimiz Ortaköy’ün her bir köşesini dolaşarak satmayı denedim. Haliyle gözüme ilk çarpanlar romantizm yaşayan çiftler oldu. Satış politikam ise belli “Güzel ablama bi gül al be abim…” Gelen cevaplarsa birbirinden ilginç, kimisi çiçeğe karşıyım derken, kimisi alerjim var dedi. Hatta “birazdan yemeğe gideceğiz, bizim çiçekler masanın üstünde hazır bekliyor” diyen bile oldu… Ancak yine de pes etmedim üstümdeki mahcupluğu bir kenara bırakıp; iki sevgilinin yan yana gezdiğini görür görmez hemen laf atarak onların çiçek alması için dil dökmeye, çeşitli iltifatlarda bulunmaya başladım. “A be kızanım al bi karanfil de kızcağızın güzelliğine güzellik kat”, “Mis kokulu çiçeklerim var, al bi demet sevgilinin gönlünü et, bu ablana da dua et” gibi sözlerle satış politikamı yeniledim. Şansımı her defasında zorlasam da acemiliğin kurbanı oldum, imdadıma Muhammed yetişti. Kırık Türkçesiyle “Ben genelde Arap müşterilerin yanına gidiyorum abla, onlar satın alıyor” dedi. Biz, Ortaköy camisinin eteklerinde şansımızı denerken birden bire “zabıta geliyooorrrr!” sesi yankılandı her yerde. Kısmetimiz burada değilmiş deyip, kendimizi trafikte bekleyen arabaların arasına attık. Taa ki o bölgenin çiçekçileri yanımıza gelene kadar. Biz eyvah yandık derken, durumu izah ettiğimiz diğer çiçek satıcıları bizi de aralarına kabul etti… Bir yandan satış yaparken bir yandan da sohbet ettik Muhammed ile… 1,5 yıl önce okulunu, şehrinin sokaklarını, o sokaklarda oyun oynadığı arkadaşlarını bırakıp gelmiş Türkiye’ye, 7 tane de kardeşi var. Babasına yardımcı olabilmek için mahallesindeki romanlardan çiçek alıp sokaklarda satmaya çalışıyor. Sorduğum birçok soruyu da ya Türkçeyi pek anlamadığı için ya da çekindiği için es geçiyor. Teyze oğlu Ali ise Muhammed’i yalnız bırakmaya çekindiğinden gün boyunca bizimle sokakları arşınlıyor. Arada bir de işin zor olduğunu anlayıp anlamadığımı kontrol etmek için; “ Nasıl, kolay mıymış?” diye sorup duruyorlar bana. Kolay değilmiş diyorum, haklısınız. Hatta çok haklısınız, sokaklarda ekmek parası kazanmak çok zor…
ÇİÇEK DALINDA GÜZEL…
Küresel dünyanın değişen yüzünü “İnsan kalbi ne yazık ki şehir kadar hızlı değişmiyor…” diyerek özetlemiş Baudelaire. Eskiden İstanbul’da çiçekler genellikle Yeni Cami arkasındaki çiçek pazarından alınırmış. İstanbul sokaklarındaki çiçekçilerin büyük çoğunluğunu ise Roman vatandaşları oluştururmuş. Şimdilerde ise yaşanan savaşlar, göçler, ekonomik yıkımlar şehrin çerçevesini insan kalbinden daha hızlı değiştirir oldu. Ülkesinden uzakta dilini bilmediği bir ülkede yaşam savaşı veren Muhammed gibi yüzlerce, binlerce insanın yaşadığı bu değişim, hepimize yarınımızı sorgulatıyor aslında. Boşuna dememişler “Çiçek dalında güzel” diye, keşke bütün çiçekler dalında kalsa…
“İLK PARAMI KAZANMIŞIM GİBİ MUTLUYUM”
Çiçek satma deneyimi esnasında bana eşlik edenlerden biri de Yazı İşleri Müdürümüz İlyas Yıldız’dı. Biz Muhammed ile dolaşırken o Reklam ve Pazarlama Direktörü Burak Akay ile birlikte arşınladı sokakları. Hatta Muhammed ile iddiaya girip ellerinde kalan son çiçekleri satma yarışı yaptılar, aramızda para kazanan tek kişi de İlyas Yıldız oldu. Kazandığı 2 lirayı eline aldığında ise “İlk paramı kazanmışım gibi mutluyum” dedi.
“SOKAKTA ÇALIŞMAK ÇOK ZORMUŞ”
Gafa Media’nın Reklam ve Pazarlama Direktörü Burak Akay ise bu zorlu deneyimini; “o kadar zamandır satış yapıyorum bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum. En zor olanı da insanların yanına yaklaşırken sizi görmezden gelmeye çalışmaları, gözlerini kaçırmaları… Sokakta çalışmak çok zormuş, anladım” diyerek ifade etti.
“PARA TUZAĞI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM”
Çiçek satmak ve birkaç soru sormak için yanlarına yaklaştığım Rafi Abenhabip ve Ceren Abenhabip talebimi pozitif bir şekilde karşılayarak sorularımı cevapladı. Aslen İspanyol olan ve 6 yıldır Türkiye’de yaşayan Rafi; “Genelde eşime çiçek alırım hatta sokak satıcılarından da aldığım olmuştur. Ama bazen para tuzağı olduğunu düşünmüyor da değilim. Satıcının samimiyeti de satın almamda etkili olabiliyor.”
NOTLAR
Eski İstanbul’da seyyar satıcılar günümüzdekinden çok farklıydı. Eskiden bu esnaflar ellerinde yazılı bir anlaşmaları olmamasına rağmen belli şekillerde satış yaparlardı. Örneğin aynı malı satan hiçbir satıcı diğerinin sokağına ve bölgesine girmez, aynı sokakta satış yapan farklı satıcılar birbirinin yolunu ve sesini kesmezlerdi. Bu, seyyar esnafların birbirlerinin haklarını ve hukuklarını koruyup kollama adına iyi bir örnektir. Fakat günümüzde gerek İstanbul nüfusunun fazlalığı, gerekse seyyar satıcıların fazlalığı ve zamanla insanlarda oluşan duyarsızlaşma, bu tip güzel meziyetlerin uygulama alanını daraltmış görünmekte.
Yazı: Dilara Gülşah Azaplar / Fotoğraf: Burak Akay
*Marmara Life sayı 96 – Mayıs/Haziran 2016