İSTANBUL’UN HAYAT DAMARLARINDA DOLAŞAN ASLİ KİMLİĞİ KEŞFEDEN; ŞAİR, ÖYKÜ VE ROMAN YAZARI AYNI ZAMANDA BENZERİ OLMAYAN BİR EĞİTİMCİ OLAN AHMET HAMDİ TANPINAR, EN ÖNEMLİ ESERLERİNDEN BİRİ OLAN HUZUR ADLI ROMANINDA, İSTANBUL’U HİÇBİR REHBERİN ANLATAMAYACAĞI EŞSİZ GÜZELLİKLERİYLE ANLATIR. VE BU ANLATIM BİZE İSTANBUL’U BİR DE TANPINAR’IN GÖZÜNDEN SEVDİRİR…
Tanpınar, tarihimizin çok önemli bir dönemine tanıklık etmiş; hayatı boyunca bu zor ve önemli süreçlerin üzerine yazılar yazmış, düşünmüş, farklı bakış açıları ortaya koymuş bir isimdir. Hocası Yahya Kemal’in İstanbul okumalarıyla İstanbul’u okumuş, onun kavramlarından ilham almıştır. Pek çok vasfının içerisinde en baskın olanı onun bir İstanbul şairi olmasıdır. İstanbul’un sadece ‘bugününü’ yaşayan, bundan elli yıl öncesinin dahi atmosferinden bihaber, tarihin büyülü koridorlarına gir(e)meyen bir topluma, farklı bakış açıları kazandırmış ve bir İstanbul sevgisi / şuuru oluşmasına eserleri aracılığı ile katkıda bulunmuştur. Huzur adlı romanında da hayatın her zerresinin farkında olan ve tümüyle yaşamaktan zevk alan fakat tutkulu bir aşkın esiri olmuş Mümtaz’ın, hem aşktan bu kadar uzak hem de aşkın bu kadar içinde oluşunu ustalıkla anlatır. Bu aşka tanık olmuş İstanbul sokaklarını ise Tanpınar’ın betimlemeleriyle dolaşmak okuyucuda derin izler bırakır…
TANPINAR’IN KALEMİNDEN MÜMTAZ’IN DİLİNDEN HAYATA DAİR… “Asıl mühim olan şey insandır. Gerisinden bana ne?… Belki bir insan hayatı zamanın fırınında ateşe attığımız bir kağıt kadar çabuk yanıyor. Belki hayat, hakikaten bazı filozofların dediği gibi, gülünç bir oyundur. Tam bir ümitsizlik içinde bir yığın karar kılıklı tereddüt ve küçük, ümitsiz savunmalardır, hatta hülyadır. Ama gerçekten yaşamış bir insanın ömrü yine mühim bir şeydir. Çünkü ne kadar gülünç olursa olsun, biz yine hayatı tam inkar edemiyoruz.” “Yolun büyüğü, küçüğü yoktur. Bizim yürüyüşümüz ve adımlarımız vardır. Yani büyük yollar dediğiniz şeyin büyüklüğü bizim içimizdedir.” Ahmet Hamdi’nin hayat verdiği Mümtaz karakterinin, ölümü ve hayatı bu denli kabullendiği ve tevekkülünün gücünü gösterdiği satırlar, okuyucuyu adeta büyüler. Ölümün dahi fazlasının verilmeyeceğine değinirken, ruhumuzu teslim ederken ki boyun eğmişliğin sırrını paylaşır bizlerle… Tanpınar’ın gündelik hayata nüfuz edebilme kabiliyetiyle İstanbul’u okuyucunun bilinçaltına yerleştirişi ‘Doğduğu, yaşadığı şehri iyi kötü bilmek gibi tabii bir iş’tir aslına bakarsanız… “Barbunya dünyanın en güzel balığıdır. Fakat mevsiminde olmazsa, hatta ada açıklarında, yahut boğazın aşağı ağzında tutulmazsa değişir. Çanakkale’den ötede barbunya balığı hiçbir tasnife sığmayan bir deniz hayvanıdır. Şu barbunyayı burada bu akşam beraberce yiyebilmemiz için kaderin asırlarca çalışmasını düşün.” “İstanbul, İstanbul diyordu. İstanbul’u tanımadıkça kendimizi bulamayız. Şimdi bütün o fakir halka, yıkılmaya yüz tutmuş evlerle ruhunda kardeş olmuştu. Sultantepe’yi adeta hummaiçinde dolaşmıştı. Fakat asıl sevdiği yer çarşı içindeki Küçük Valide idi. Üsküdar bir hazine idi. Bir türlü bitmiyordu.” Musikinin yanında milli hayatın köklerini temsil eden İstanbul’la özdeşleşmiş Sümbül Sinan ve Merkez Efendi gibi dünyevi zevklerden uzaklaşmış, huzura bütünüyle ermiş olan âlimlerden de bahseder Tanpınar. Mekânın kalıcılığı ile geçiciliği arasındaki ayrımı ise okuyucuya kendi geometrisi ile sunar. Huzurdan çok uzakta, huzuru arayan bir adamın yaşadığı sıkıntıları, sahip olduğu aşkı bile kendine ait olmadığını anladığında hayatı sorgulamasını anlatır. Bundan sonra ise anlatmaya başladığı İstanbul şehrini on beş bölümde ele alır. Tanpınar, İstanbul âşığı, değerli sanat ve fikir adamlarımızdan sadece bir tanesidir. Der ki: “İstanbul ya hiç sevilmez, yâhut çok sevilmiş bir kadın gibi sevilir; yâni her hâline, her hususiyetine ayrı bir dikkatle çıldırarak.” Beraberinde getirdiği derin düşüncelerde kaybolunan, kimi zaman kendinizi bulduğunuz, kimi zaman huzursuzluklarda boğulduğunuz bu eşsiz romanda Tanpınar’ın İstanbul’una bir kapı aralayabilirsiniz…
NOTLAR
“KIRTİPİL” Her şeyin bir vakti/saati vardır. Tanpınar’ın eserlerini verdiği geçiş döneminde aydınların gündemi o kadar farklıydı ki, uzun bir süre okunmak ve anlaşılmak şöyle dursun, ciddiye bile alınmadı. Hatta kılığına kıyafetine itina göstermediği için Ankara’daki öğretmenliği sırasında kendisine Nurullah Ataç tarafından “Kırtipil” lakabı takılmıştı.
BAZI ESERLERİ
» Şiir: Bütün Şiirleri (1976-1981)
» Roman: Mahur Beste (Tefrika 1944 – Basım 1975)
» Huzur (1949-1983)
» Sahnenin Dışındakiler (Tefrika 1950- Basım 1973)
» Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961-1977)
» Aydaki Kadın (Ölümünden Sonra 1987)
» Öykü: Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943-1983)
» Yaz Yağmuru (1955-1983)
» Deneme: Beş Şehir (1946-2001)
» Edebiyat Üzerine Makaleler (1969-1977)
» Yaşadığım Gibi (1970-1977)
Yazı: Melike ÖZTÜRK