Akşehir’den Peru’ya: Göller ve Şehirler…

Lake Titicaca, Quechua dilindeki adıyla Titiqaqa… Sazdan kurdukları adacıklarda izole bir hayat sürerek asırlardır atalarının kültürünü devam ettiren And yerlilerini barındıran özel bir gölün adı. Neden mi gölleri anlattık bu sayıda? Çünkü dünyada göller biterse kuşlar, vahşi hayvanlar, endemik bitkiler ve çok özel kültürler son bulur. Akşehir’in flamingoları, Titiqaqa’nın yerlilerinin yaşamları ve şehirlerin devamı göllere bağlı. Suyun rehberliğinde dünyayı dolaşmaya devam edelim…

2008 yılında Hürriyet Gazetesi’nde bir haber vardı… Bir kova dolusuna denk gelebilecek bir su birikintisinin etrafına doluşmuş üç adam, Akşehir Gölü’nden kalan son su rezervine bakıyorlar. Ve içlerinden birisi şöyle diyor: “Gölün suyu kuruduğu için flamingolar bana ait çiftlik evi yakınlarındaki 1 leğen büyüklüğündeki su birikintisine geliyorlar.” Göl kuruyunca evinin önündeki leğenle flamingoları hayatta tutmaya çalışan bu köylü, Dilaver Koçer, 30 yaşında. Geçimini hayvancılıkla sağlayan Koçer sözlerini şöyle sürdürüyor:  Etrafta bir sürü flamingo ölüsü var.” 2016 yılında yayınlanan başka bir haber ise Burdur Gölü’ndeki çevre felaketinden bahsediyor. “Göl yoksa, Burdur yok” diyor. Hatta şarkıcı Tarkan’ın da önderliğinde aynı sloganla kampanya yürütülmüştü. Çünkü bölgenin iklimini yumuşatan, araziyi tarıma elverişli hale getiren Burdur Gölü; ekonomisi tarım ve hayvancılığa bağlı şehri ayakta tutan bir su kaynağı. Akşehir Gölü’nde de durum farklı değil. Göl kurumaya başladığında filamingolarla birlikte çevresindeki bahçeler de kurumaya başlamıştı. Bölgenin en önemli geçim kaynağı ve ihraç ürünü Napolyan kiraz ağaçları da kurumaya başlamış. Gölün yarattığı ılıman mikro iklim, kiraz ağaçları ve diğer bitkilerin yaşamasını sağlıyor. Bu yaşam, arılar gibi diğer kanatlıların yaşamına ve kuşların dengelemesine bağlı. Kısacası bir yerde göl ölmeye başladığında biten sadece su ve balıklar değil yaşamın kendisidir. İklim değişir, tarım değişir, hava değişir, hayat değişir ve toprak yaşanmaz hale gelir.

36 GÖL KURUDU                                                                                                                                 Ama Türkiye’de sorun yukarıda adını verdiğimiz iki gölde değil sadece. Hatırlayacaksınız, NASA Türkiye’nin hızla çölleştiğini açıklamıştı. Bu bağlamda ülkemizde son 50 yılda kuruyan göl sayısı 36… İyi ama, göller neden kuruyor? Maden çalışmaları, tarım sulamaları, şehirlere verilen sular, derelere yapılan barajlarla kaynakların durdurulması, evsel ve fabrika atıkları ve tarım toprağı kazanmak için doğrudan kurutma dışında küresel ısınma da sebepler arasında sayılabilir. Marmara Bölgesi’nde de başta Sapanca Gölü olmak üzere birçok göl ile ilgili alarm şimdiden verilmiş durumda. Peki dünyada durum nasıl? Göller ve şehirler arasındaki ilişki nasıl? Dünyanın en özel gölleri hangileri dersiniz? Hayatı koruyan ve doğası hiç bozulmadan korunan göller var mı? Her sayıda yaptığımız gibi, bu sayıda da hadi şimdi sırt çantamızı alalım ve Türkiye’yi arkamızda bırakıp dünyanın farklı bölgelerine yolculuğa çıkalım. Oralarda göller ne durumda, yaşam nasıl evriliyor, göller hangi yaşamların korunmasını sağlıyor, onları anlatalım. Türkiye ile karşılaştırmalarını ise size bırakalım.

QUECHUA’NIN HAMİSİ                                                                                                         Dünyanın özel gölleri dediğimizde belki de Peru’nun zirvelerinde yer alan Tiqaqa gölü ilk sırada gelir… Çünkü bu göl flamingolara, balıklara, kılkuyruklara değil arşivlik bir kültüre ev sahipliği yapıyor. Peru’nun Puno şehrinin dibinde bulunan ve Lake Titicaca (İngilizce adı), Quechua kültürünü de koruyup saklayan özel bir göl. 2014 Yılında, Güney Amerika seyahatimde Che’nin Motor Günlükleri’nin rotasını takip ederken birçok etkiliyici gölün yanından geçtim. Bunların en etkileyicileri Şili, Arjantin, Peru ve Bolivya sınır çizgilerine yakın, Ant Dağları’nın karlı sularından beslenen göllerdi. Arjantin’de bulunan San Martin De Los Andes ve Barloche’den çok etkilenmiştim. Tabii bu göllerin etkisi Peru ve Bolivya sınırındaki Titiqaqa gölünü görünceye kadardı. Güney Amerika’yı ikiye ayıran And Dağları’nın güney kanadı yeşil iken Atakama’ya yakın bölgeleri kurak. Büyük çöl ülkesi Peru ile Bolivya arasında yer alan Lake Titicaca gölü işte bu kurak bölgeye hayat veren özel bir su kaynağı. Deniz seviyesinden yaklaşık 3810 metre yüksek olan Titiqaqa, 194 km uzunluğa ve 65 km genişliğe sahip ve yük gemileri ile taşımacılık yapılan dünyanın en yüksek gölü. Derinliği yer yer 180 metreyi bulan gölü özel kılan ise ne büyüklüğü, ne genişliği, ne de yüksekliği. Her yıl milyonlarca kişinin burayı ziyaret etmesinin sebebi gölün Quechua kültürünün hamisi olması.

GÜNEŞ ADASI VE KADINLAR                                                                                                          Titi yerli dilinde büyük kedi anlamına geliyormuş, kaki ise kaya. Yerli halkın söylediğine gore büyük kediden kastetilen bölgede yaşayan Puma… Gölün tepeden bakışı yatan Puma’ya benzediği için bu adın verildiği söyleniyor. (Ama farklı kaynaklar ise Titiqaqa’nın kurşun rengi kaya anlamına geldiğinden dem vuruyorlar.) Ama yerliler burasının adının Puma’dan geldiğine inanmış durumdalar ve her gelen turiste de bunu anlatıyorlar. Buraya yerleşmelerinin sebebi ise savaşçı İnkalardan kaçma isteği. Ama bu kaçış onları sadece İnkalardan değil, İspanyollardan da korumuş. İspanyollar Peru’yu işgal etmeye başladıklarında, yanlarında sadece silahlarını değil, inançlarını, dillerini ve kültürlerini de getirmişler. Gölün hemen yanıbaşındaki Puno şehri bugünkü görünüme 1668 yılında İspanyol Vali Pedro Antonio Fernández de Castro’nun öncülüğünde kavuşurken, şehirde İspanyol değerleri yaygınlaşmış ve yerleşmiş. İyi de bu kadar yoğun tehditten, silahla işi olmayan, savaş nedir bilmeyen Puno yerlileri nasıl saklanabilir ve korunabilirlerdi? Tabii kara ile olan bağlarını keserek. Onlar da Titiqaqa Gölü’nün ortasına, tamamen gölün nimetlerinden faydalanarak yapay adacıklar yaparak orada yaşamaya başlamışlar. Herkesten uzak bu izole yaşam sayesinde yüzlerce yıl öncesindeki gibi Quechua külürünü, dilini ve yaşam tarzını koruyarak varlıklarını devam ettirmişler. Bir gölün bir millet koruyabileceğinin kanıtı gibi.

SABAH BOLİVYA’DA UYANMAK                                                                                                   Peki gölün ortasında, her türlü etkiden izole bir yaşam nasıl mümkün? Gölün ortasında kendi adacıklarında yaşayan Kabilere Uros adı veriliyor. Uros’lar, kamışa benzeyen bölgeye özgü Totora bitkisini çok amaçlı kullanmışlar. Bitkinin köklerini çaprazlama bağlayarak adacıklar yapmışlar ve aynı bitkiyi kullanarak kendilerine evler yapmışlar. Yine bu bitkiden yararlanarak balık avlayacak araçlar geliştirmişler, Göl’de ördek avlamışlar ve yaşamlarını sürdürmüşler. Uros’ların en ilginç yönlerinden bir tanesi ise rengarenk kıyafetleri ve kadın erkek ilişkileri. Adacıklarda erkekler örgü ile uğraşırken kadınlar yine bu kamışlardan yaptıkları geleneksel botların küreklerini çekiyorlar. Neredeyse her yerde kadınlar var, rehberler kadınlar, çocuk bakanlar kadınlar, evi yöneten kadınlar ve adacıkların reisleri kadınlar… Peki bu adacıklar gölün ortasında nasıl sabit kalıyorlar? Belki bu soru aklınıza takılmıştır. Benim gezdiğim güneş adasının reisi olan kadın bu soruyu soran şaşkın turiste şu cevabı vermişti. “Gölün içindeki köklerden bazılarına bağlıyoruz. Bağlamazsak sabah Bolivya’da uyanabiliriz ve Morales’de bize pasaport sorar. Pasaportsuz Bolivya’da girmek istemeyiz.” (Morales Bolivya eski devlet başkanı.) Bugün halen Tiqaqa gölü üzerinde 1600 Quechua halkı yaşıyor. Her ne kadar Uros karaya yaşamayı reddedip, geleneksel yaşamı ile gurur duysa da modern yaşamın nimetlerinden etkilenmeye başlamış. Artık gölde balık avlamak zorunda değiller, çünkü akın akın gelen turistleri gölün üzerinde geleneksel salları ile gezdirip para kazanıyorlar. Zaten benim ziyaret ettiğim Güneş Adası’nda güneş enerjisi panelleri dikkatimi çekmişti. Çevreye duyarlı yenilenebilir enerji kaynakları kullanıp motorlu tekneleri ile Puno şehrine çıkıp istediklerini alabiliyorlar. Ama her şeye rağmen Uros, rengarenk kıyafetleri, barışçıl yapıları, örgülü saçları ve Anadolu elsanatlarına andıran dokumaları ile görülmeye değer. Titiqaqa gölü ise sadece Quechua halkının himayesini yapmıyor, mikro iklim nedeniyle bölgenin tamamen çölleşmesini engelleyip, hem tarıma, hem balıkçılığa hem de hayvancılığın Puno’yu elverişli hale getiriyor.

GÜNEY AMERİKA’DAN ORTA ASYA’YA                                                                           Bölgesine yaşam kaynağı olan göller sıralamasında anlatacak çok hikaye var. Ama bunlardan en  etkileyicilerinden biri bugün bir iç deniz olarak kabul edilen Hazar Gölü… Halen göl mü, deniz mi diye artışılan bu devasa su kaynağı belki de Orta Asya’da yaşamın tutunduğu son su kaynağı. Hazar, geniş yüzey alanı ve tuzluluk oranı itibariyle bir iç deniz olarak kabul görüyor. Derin fırtıların olduğu devasa bir kapalı göl olan Hazar’dan bugün Azerbeycan, Türkmenistan ve Kazakistan, petrol ve doğalgaz çıkartıyor. Hazar aynı zamanda büyük, kurak Orta Asya coğrafyasını birbirine bağlayan bir yol… Bu üç ülkenin limanlarında her gün binlerce kamyon, büyük Roro gemileri ile taşınıyor. Bu gemiler Amerika’dan gelen tavukları, NATO’nun silahlarını, Avrupalıların araçlarını, Türkler’in tekstil ürünlerini ve daha binlerce ürünü taşıyor. Taşınan sadece kamyonlar değil, aynı zamanda tren vagonları içindeki yükler de taşınıyor. Bu yol Avrupa’dan Türkiye’ye birçok kamyon şoförünün de ekmek kapısı. Ama Hazar sadece taşımacılıkla ünlü değil, fırtınaları da bir o kadar meşhur. Çöl tozlarının kahverengiye boyadığı fırtına ortaya çıktığında bütün faaliyetler durduruluyor. Taşımacılığın ne zaman yeniden başlayacağının kararını ise yine fırtına belirliyor. Azeriler bu fırtınalar ortaya çıkardığı toz nediniyle “kül” çıktı diyorlar.

ARAL ÖLDÜ, HAYAT ÖLDÜ                                                                                                     Dünya’da iç deniz adı verilen, üzerinde gemilerin taşımacılık yaptığı tek göl Hazar değil. Bunlardan bir tanesi ise 2014 yılında yüzde 10’luk bir su rezervi kalarak çölleşmişti. 1960’lı yıllarda dünyanın 4. Büyüğü olan ve Orta Asya’nın can damarı kabul edilen Aral’ın hikayesi ise hazindir. Kazakistan ve Özbekistan sınırları içerisinde yer alan ve kurumaya başlamadan önce 68.000 km2 bir alanı kaplayan Aral, Soyvetler Birliği döneminde kurumaya başladı. Sebebiise gölü besleyen Ceyhun ve Seyhun nehirlerinin suyunun tarım alanlarına yönlendirilmesi. Özbekistan’ı dünyanın en büyük pamuk üreticisi haline getirmek isteyen SSCB, bölgedeki tarım arazilerini genişleterek nehirlerin suyunu buraya yönlendirir. Sonuçta Özbekistan dünyanın en büyük tarım üreticisi haline gelir ama Aral gölü rezervinin yüzde 90’ını kaybederek Göçük Göl ve Böyük Göl olarak ikiye ayrılır. Gölün küçülmesini aşırı sıcaklarda buharlaşma hızlandırır, tuzluluk oranı artar ve tuzluluk oranının artması ile balık türleri yok olur. Aral ve çevresi ekonomik olarak sarsılır.

GÖL VARSA, BURDUR DA VAR                                                                                                       Daha anlatılacak çok göl var. Dünyada fok balığını barındıran tek göl olan Rusya’daki Baykal Gölü,  Afrika’daki göller ve niceleri… Sonuç olarak göller olmazsa yaşam olmaz, Aral’ın evresinin çölleşmesi de buna en güzel örnektir. Bu gezegende yaşamaya devam etmek istiyorsak; Gölleri korumaktan başka çaremiz yok. Ama dünya üzerindeki seyahatimizi iyi haberlerle bitirelim. Göllerin insan yaşamı için önemini fark eden yerel yönetimler tedbir almaya başladı. Akşehir’de göle kaynak sağlayan akarsuların üzerine yapılan yapılar kaldırıldı, derin tarım sulama kuyuları kapatıldı ve son yıllarda Akşehir Gölü’nün yeniden su tutmaya başladığı haberleri geldi. Burdur Gölü’nün çevresindeki mermer ocaklarının da durdurulduğuna dair haberler var. Umarız bu önlemler sayesinde 2034’te Burdur Gölü kurumaz ve Göl varsa Burdur’da var olur…

NOTLAR                                                                                                                                                  Le ti caca, dünyanın en yüksek taşımacılık yapılan gölü. Dünya üzerinde iki gölün üzerinde insanlar yaşam sürdürüyor. Bu göllerin diğeri de Kamboçya’da Tonle Sap Gölü. Quechua halkının adalarını yaptığı kargının adı totora’dır. Titiqaqa Gölü üzerinde yaşayan Quechua kabilesine Uros’lar denir.

SALDA MAVİSİ…                                                                                                                     Burdur’un Denizli sınırlarında yer alan bir göl ise rengi ile ön plana çıkmıştır. Yaklaşık 1144 km karelik yüzölçüme sahip Salda Gölü 84 metre derinlikle Türkiye’nin en derin ikinci gölüdür. Mavi rengi o kadar eşşiz ve güzeldir ki, Salda Mavisi adında bir rengin doğmasına ve literatüre geçmesine sebep olmuştur.

LAKE TİTİCACA DEĞİL, LAC TİTİSASA…                                                                    Peru’dayken rehberimiz bize şu konuda uyardı. Bu gölün yazılışı Lak Titicaca… Ama gölü Lake Titikaka diye okumamak gerekiyormuş. Okunuşu Lac titisasa… Turistler genelde gölü Le titikaka olarak okuyorlarmış ve sazlıklarda yaşayan yerliler de bu addan hoşlanmadıkları için sürekli düzeltme ihtiyacı hissediyorlarmış. Çünkü onlar geleneklerini ve dillerini korumaktan gurur duyuyorlar. Titiqaqa, Quecha dilinde gri puma demekmiş.

HAZAR’IN FIRTINALARI                                                                                                             Yazarın notu: 2014 yılında Hazar Denizi üzerinde Azerbeycan’dan Kazakistan’a yolculuk yaptım. Dört gün geminin hareket etmesini bekledik iki İtalyan maceracı ile birlikte. Çöl tozlarının sebep olduğu kahverengi hava akımı durunca yola çıkabildik. İkinci gün gece yarısı yeniden fırtına koptu. Devasa gemi beşik gibi sallanıyordu ve uyumak mümkün değildi. Sabaha karşı uykuya yenik düşmeye başlamıştım ki, odanın sol tarafında bulunan demir masa büyük bir gürültüyle duvara fırladı. Hazar’a neden deniz dediklerini bu yolculukta anladım ve bir gölün fırtınalarının bu kadar ürkütücü olabileceğini de bu yolculukta öğrendim.

SON 40 YILDA ARAL…                                                                                                           Yukarıdaki grafik’te 1957 yılından 2000 yılına Aral’ın değişen su rezervi info grafiğini görüyorsunuz. Bir sonraki fotoğrafta da Aral’ın Google map üzerinden çekilmiş son 20 yıldaki iki farklı görüntüsü var. Aral Gölü kurudu ama dünya için de acı bir ders oldu. Son 40 yılda su hacminin yüzde 90’ını kaybeden Aral, çevresini de kuruttu. Gölün çevresinde oluşan mikro iklim yerini sert bir iklime bıraktı. Göle dökülen Seyhun ve Ceyhun nehirleri çevresindeki tarım alanları için de çare olmadı. Değişen iklim önce tarımı, sonra balıkçılığı ve hayancılığı öldürdü. Çevre şehirler fakirleşti ve yoğun bir göç furyası başladı.

TARKAN BURDUR İÇİN SEFERBER                                                                                       Göller’in şehir hayatı için ortaya çıkarabileceği felaketi fark eden insanoğlu da durmuyor. İşin sevindirici yanı bu konudaki toplumsal duyarlılığın gün geçtikçe artıyor olması. Bunun en güzel örneği de 2013 yılında Doğa Derneği ve Atlas Dergisi öncülüğünde gerçekleştirilen Burdur Gölü Kampanyası. “Göl Yoksa Burdur da Yok” konseptiyle düzenlenen kampanyanın yüzü ünlü şarkıcı Tarkan olmuştu. Ayrıca Burdurlular şehirde insan zinciri oluşturarak gölün kurumasına dikkat çektiler. Bu gösteriler sonuç  verdi ve Burdur Gölü ile ilgili koruma çalışmaları başladı.

Yazı/Fotoğraf: İlyas Yıldız

Marmara Life sayı 96- Mayıs/Haziran 2016

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s