“KRİZ” KELİMESİ YUNANCA KÖKENLİ OLUP “KRİSİS” KELİMESİNDEN GELİYOR VE “ELZEM DÖNÜŞ” ANLAMINI TAŞIYOR. BU NEDENLE NEDEN ANLAMI TAMAMEN OLUMSUZ OLMALI Kİ?
Otobüs veya metroda işe giderken kulak misafiri olduğum günlük konuşmalarda işittiğim “Kriz” kelimesi yadsınamaz: Yunanistan’daki ekonomik kriz, Avrupa’daki mülteci krizi, küresel ekolojik kriz bunlardan sadece birkaçı. Şu anda, yaşanan krizler aynı anda her yerdeler ve neredeyse insanoğlunun zihnine vahiy bilgisi gibi yayılıyorlar. Bu algının stres, belirsizlik, korku, çözülme, saldırganlık ve hatta nefret hislerine yol açtığıysa aşikar. Hatta büyük ölçüde, medyanın aktardığı izlenimle bu duyguların kişilerde yarattığı etkilerin tükeniş, depresyon, sosyal tecrit ve şiddet olduğunu söyleyebiliriz.
“Kriz” kelimesi Yunanca kökenli olup “κρίσις – krisis” kelimesinden geliyor ve “elzem dönüş” anlamını taşıyor. Bu nedenle de neden anlamı tamamen olumsuz olmalı ki? Yarı Yunan olduğum için ailem Yunanistan’daki ekonomik krizi haliyle oldukça fazla tartışıyor. Çocukken yaz tatillerimizi babamın doğum yeri olan Girit Adası’nda küçük bir dağ köyünde geçirirdik. Burada Yunan ailemin üyeleri anılarımda tıpkı “Cennet Bahçelerinde” olduğu gibi, yeşil alanlarda sebze ve meyve yetiştirirdi. Dahası, ana gelirlerini de zeytin üretiminden elde ederek, “dünyanın en iyi ve en sağlıklı” zeytinyağı haline getirerek satarlardı (üzgünüm ama burada kendi reklamımızı yapmadan geçemeyeceğim). Burada herkes tarımdan elde ettiği gelirle hayatını idame ettiriyordu. Çiftçilerin meyve bahçeleri ve bağları, hatta eşekleri, keçileri, koyun ve tavukları vardı. Kadınlar kendi fırınlarında ekmek pişirir ve harika Yunan beyaz peyniri yaparlardı. Yıldan yıla gözümden kaçmayanlar arasında, zeytinlik ve badem ağaçlarının hasat edilmediği, eşeklerin de motosiklet veya kamyonetlerle yer değiştirdiği oldu. Gençlerin büyük bir bölümü ise kendilerine çiftçilikten daha iyi iş imkanları aramak için Atina’ya gitti. Ailelerini ve yaşlıları köylerinde bıraktılar. Yeni nesil nasıl peynir ya da “paksemadi” (taş fırında yapılan geleneksel ekmek) yapıldığını unuttu. Genç anneler de çocuklarını sağlıklı taze keçi sütü yerine ithal konserve sütle beslemeyi seçti. Öyle sanıyorum ki, şu anda yaşadığımız ekonomik kriz olmasa (tahminimce büyük şehirlerdeki olumsuz etkileri çok daha fazla), insanlar kendi kültürlerinin zenginliğini tamamen unutmuş olacaktı.
Şimdi, büyük şehirlerdeki yüksek işsizlik nedeniyle, özellikle gençler kendi köylerine geri dönüyorlar ve terk ettikleri tarlalarını yenileyip eski geleneklerini hatırlıyorlar. Örneğin; eski zamanlarda yapılan hasat kutlamaları yeniden çok popüler oldu. Genç çiftçiler çok az içerikle yeniden yeşillik yetiştirmeye başladılar: Tarlalarında kimyasal ilaçlama ve gübrelemeyi ya en aza indirdiler ya da bundan kaçınıyorlar. Onun yerine, eşek dışkısından elde edilen gübrenin zeytin ağaçları için en iyisi olduğunu ve zeytin sineğini de ağaçlardan uzak tuttuğunu hatırladılar. Dahası, eski evler geleneksel Girit ev stiline uygun yenilenirken, ısıya dayanıklı olan yerel malzemeler kullanılıyor. Şimdiki hayatlarının yeni trendi “köklerine geri dönmek” ve bu deyimi gelişen ekolojik turizmle hayata geçiriyorlar. Her şey dahil tatillerden canları sıkılan turistlere hitap ederek, yerel halk onlara evlerini açıyor ve kültürlerine ait ürünleri gururla sunuyor. İnsanların hayatta kalabilmek için ne kadar yaratıcı olduğunu böylece gözlemleyebilirsiniz. Bir bakıma krizler insanları birbirine daha da çok yaklaştırıyor.
Şimdi Berlin’de yaşıyorum ve toplumumuzda çok güçlü bir dayanışma hissi algılıyorum. Hatta ben de zamanını mültecilerle geçirmek isteyen motivasyonu yüksek bir grubun parçasıyım. Onlara Almanca öğretiyoruz ve kültürel değişimi daha iyi sindirmeleri için onlarla bir araya gelebileceğimiz organizasyonlar düzenliyoruz. Bu sadece bizim yardım etme ve paylaşma hislerimizi tatmin etmiyor, aynı zamanda yeni deneyimler ve hatta arkadaşlıklar kazandırarak bizi zenginleştiriyor. Kriz dönemlerindeki bu “elzem dönüş”lerin gelecekte ne şekilde yönleneceği ise tamamen bize kalmış durumda. Belki de cömertlik, saygı, yardımlaşma, sürdürülebilirlik ve içinde yaşadığımız toplum ve hatta çevre için sorumluluk alma gibi olumlu değerlerimizin yeniden oluşabilmesi için böyle krizlere ihtiyacımız vardır.
Yazı: Dorothea Kalliopi Mavrakis