HAYVAN PAZARINDA BİR GÜN

BUFFALO MU KÖMÜŞ MÜ? HER YÖREDEN İNSANIN BULUNDUĞU HAYVAN PAZARINDA TABİ Kİ AYRIŞMALAR OLUYOR. NASIL MI? İPSALA’DAN HÜSEYİN ABİ MANDAYA ‘BUFFALO’ D.YOR. KEŞAN’DAN NAİL ABİ ‘CAMIŞ’, ERZURUM’DAN METİN ABİ İSE ‘KÖMÜŞ’ DİYE SESLENİYOR.

Bize göre İstanbul’un dışına bir yolculuktu bu. Uzun zamandır ilk kez bu kadar erken uyanmıştık, ilk kez İstanbul’dan bu kadar uzaklaşmıştık kendimizce. Acaba uyanmış mıdır endişesiyle arabadan inerken Adem abi çoktan işine koyulmuş, hayvanları yemlemeye başlamıştı bile. Kimileri için 5 dakika daha fazla uyku isteğiydi o saatler. Ama hayvan pazarına gelen insanlar için güneş doğmadan kalkıp hayvanların altları temizlenmeli, karınları doyurulmalı hatta ikinci öğünleri hazırlanmalıydı. Bu ritüel bayramın ikinci gününe kadar devam edecekti…

KURBAN PAZARINDA 1 GÜN…                                                                                                 Elindeki yem çuvalını dikkatlice yere koydu Adem abi, yanımıza doğru yürüdü. Geleceğimizi bildiğinden hiç yadırgamadı bizi. Biraz havadan sudan konuştuktan sonra kısaca gün içerisinde yaptıklarından bahsetti. ‘Biz memleketten dört kişi geldik. Babam, kardeşim, yeğenim ve ben. Kardeşim ve yeğenim gece hayvanlar için nöbet tutuyorlar, sabah işi babam ve ben devralıyoruz. Kardeşim bizi uyandırmadan önce hayvanların altlarını temizler daha sonra beni uyandırır, önce hayvanların karnını doyururuz daha sonra ben kahvaltıyı hazırlarım. Gece nöbet tutanlar uyur, bu kez ikinci etap başlar. Yemekten sonra hayvanlara su verilir sonrasında taranır, temizlenir. Sonra satış başlar. Gelen alıcı sayısı günlere göre değişiyor hafta sonları diğer günlere göre daha kalabalık olur. ‘Sultangazi Belediyesi’ne ait bu alanda hayvanlar için çadırlar kurulmuş fakat satıcılar yatacakları alanları kendileri temin etmek durumunda. Kimisi arabasında uyuyor kimisi hayvanlarının yanında. Adem abi ve ailesi de arabada uyuyanlardan. Sıcacık yatağını bırakıp ekmek parası için memleketinden kilometrelerce uzağa gelmiş insanların çadırlarının arasında dolaşmaya başlıyoruz. Onlar bizi merakla izliyor biz de onları. Çadırların üzerinde memleketleri ya da plaka kodları yazıyor ki müşteriler aradığı çadırı daha kolay bulabilsin. ‘Hayvancılık yapmak berberlik gibi değil.’ diyor Adem Abi ve ekliyor. ‘Bizim mesleğimizde el sanatı işe yaramıyor, 1 yıl boyunca hayvanlara en iyi şekilde bakmaya çalışıyoruz. Sonra satmak için buraya getiriyoruz, gerisi müşteriye bağlı bizim yapabileceğimiz bir şey kalmıyor.’ Bir yandan çadırların arasında dolaşıyor bir yandan da sohbet etmeye devam ediyoruz. Gelenler genellikle Karadeniz, İç Anadolu ve Trakya bölgelerinden ama bunun yanında 12-13 tane farklı şehirden gelen satıcılar da var. Erzurumlu Metin, Samsunlu Ali, Tekirdağlı Hüseyin, Sinoplu Abdurrahman ve daha bir sürü şehirden bir sürü insan…

“DİPLOMALI ÇOBAN”                                                                                                                    Dolaşa dolaşa Amasyalı Muharrem Vançin’in çadırına giriyoruz. Muharrem abi de oğluyla gelmiş hayvan pazarına. Oğlunun her ne kadar bu işi yapmasını istemese de mecburen getirmek zorunda kalmış. Oğlu öğretmenlik okumuş, bu yüzden Muharrem abi oğlundan ‘diplomalı çoban’ diye bahsediyor ve endişeyle’ Ben oğlumun bu işi yapmasını istemiyorum benim gibi olmasın. Memur olursa en azından hafta sonu tatili olur ne bileyim bir sosyal hayatı olur. Bazen misafirliğe gidiyoruz akşam olmadan eve dönmek zorunda kalıyorum. Çünkü bu hayvanlar içeride bağlıyken sen orada rahat bir şekilde oturamazsın. İşte ben de çocuğumun bunları yaşamasını istemiyorum.’ diyor bir baba olarak. Bunları konuşurken Adem Ünlü’nün aslında sağlık memuru olduğunu öğreniyoruz. ‘Ben de 7 senedir sağlık memuru olarak görev yapıyorum ama çocukluğumdan beri babamla hayvan pazarına gelirim. Başka bir işim olmasına rağmen tatillerimi buraya geleceğimiz zamana denk getiriyorum. Muharrem abi doğruyu söylüyor çobanlık çok zor bir meslek ama ben yine de burada olmak istiyorum çünkü çok uzun yıllardır bu işin içerisindeyim belli bir iş hacmine sahibim artık. Hayvan alıp satmayı biliyorum vatandaş la ikili diyaloğum tecrübelerimden dolayı yeni gelenlere göre daha iyi bir de burada olmayı seviyorum. Evet, burada 10-15 gün çile çekiyoruz ama şurada başka memleketlerden insanlarla yaptığımız sıcak muhabbetin tadı her şeye değer dedirtiyor.’ Buradaki insanların hiç biri tezeğin, hayvan kokusunun pis kabul edildiği dünyada çocuklarının bu işi yapmasını istemiyor.

KÖYDEN KENTE DOĞRU                                                                                                             Kahvaltı etmek üzere Adem abilerin çadırına doğru ilerliyoruz. Bizi gören herkes kahvaltıya davet ediyor. Küçükbaş hayvanların satıldığı bir çadırın kahvaltısında koyun peyniri göremeyince nedenini merak ediyoruz. Tokat’tan gelen Mehmet abi cevaplıyor hemen ‘Öyle eskisi kadar koyun sütü sağan insan kalmadı. Koyun sütü değerli olduğu kadar zahmetli de. Bir kere vakit ayırman gerekiyor, potansiyel güç lazım. Genç nüfus Anadolu’dan çekilince bu uğraşı verecek insan kalmadı. Ama onlarda haklı bir yerde burada uğraşacağıma gider büyük şehirde boğulurum düşüncesiyle İstanbul’a geliyor. Tatil için köye gelirken de altına bir araba almış oluyor bu sefer evdeki hanım da onların yaşantısına özeniyor. Başlamasın mı evde iç savaş? Mecburen diyorsun evdeki hanımdan olacağıma köyden olayım daha iyi. İşte böyle nedenlerden dolayı köylerden göçler başlıyor’ diye ekliyor Mehmet abi ve içinde ne kadar söylemek istediği şey varsa döküyor bir bir.

AVRUPA KITASINA UZANAN ZAHMETLİ YOLCULUK                                                     Köprüden geçip Avrupa kıtasında çadır kurmak sanıldığı kadar kolay olmuyormuş. Anadolu’dan gelen her satıcı bazı aşamalardan geçip hayvanlarını öyle geçirebiliyor köprüden. Peki ne kadar zahmetli bu aşamalar diye bir soru yöneltiyoruz Adem abiye. ‘ Buraya gelmeden 1-1.5 ay önce getirmek istediğiniz her hayvandan kan alınıyor. Alınan kanlar Ankara Şap Enstitüsü’ne gönderiliyor eğer kanda şap ya da başka bir hastalık çıkmazsa ancak o şekilde Avrupa yakasına geçme izni alabiliyoruz. Enfeksiyon dahi görülse geçiş yasağı konuluyor ama bu hayvanları Anadolu’nun herhangi bir yerinde satabiliyoruz. Her hayvanın küpe numarasına göre ayrı ayrı pasaportu oluyor. Bunlar polis ve zabıta kontrolünden geçiyor ancak o şekilde satışa başlıyoruz, yoksa kapıdan geri çeviriyorlar.’ diyor. Anadolu yakasında kalsanız sizin için daha kolay ve masrafsız olmaz mı dediğimizde ise ‘Bizim eşimiz, dostumuz, akrabalarımız hep bu tarafta bu yüzden Avrupa yakasına geliyoruz. Anadolu’da da satabiliriz tabi ama oralarda zaten hayvan çok fazla bu nedenle hem daha ucuza satmış oluyoruz hem de yeterli çevremiz yok.’ diyerek bize bu uzun ve meşakkatli yolculuğun nedenlerini anlatıyor.

‘KURBAN ÇADIRINDA BAYRAM SABAHI’                                                                                    Hep birlikte kahvaltı sofrasına oturuyoruz. Peynir, zeytin, helva, sıcacık çay ve benim hala tadını unutamadığım erik reçeli. Hem sohbet ediyor hem de kahvaltımızı yapıyoruz. Burada olmanın fiziksel zorluklarının yanında psikolojik zorlukları da var elbette. Mesela Adem abi en son çocukluğunda bayram sabahını evinde geçirmiş. Yaklaşık 16 senedir bayram sabahları hayvan pazarında olduğu için içerliyor ve ajandasına not aldığı şiirden bir kısım okumaya başlıyor.’ “Ana, baba, çocuk yoktur eyvahı. Köyümde olsaydım diyedir ahı. Kurban çadırında bayram sabahı. Gözü dolan bilir hizmet nimettir.” Onu anlatan bu satırları okurken gözü babasına ilişiyor. ‘Biliyor musunuz burada bazen öyle anlar oluyor ki bayramda babamın elini öpmeyi bile unutuyorum. Sizin 1. gün yaptıklarınızı biz 2. veya 3. Gün yapıyoruz.’ diyor. Yavaş yavaş bu güzel, anlam dolu, her memleketten insanın katıldığı sohbetin sonuna geliyoruz. Kurban pazarında ettiğimiz sohbetler bize bayram sabahları ailemizle olmanın ne kadar değerli olduğunu yeniden hatırlatıyor. Hem biraz buruk hem de buradaki insanlarla tanışmış olmanın verdiği mutlulukla Hayvan Pazarı’ndan ayırılıyoruz.

NOTLAR

AKŞAMLARI BURASI ADETA PANAYIR YERİ                                                                         Hayvan pazarı akşam olduğunda hele de o gün satışlar iyi gittiyse tabiri caizse panayır yeri gibi oluyor. Akşam yemeği yendikten sonra çaylar koyuluyor, herkes bir araya gelip kendi yöresinin türkülerini hem söylüyor hem oynuyor. Buraya memleketinden ilk defa gelenler uzun hava söyleyip, efkârlanıyor.

PAZARDA SÖYLENEN BİR MANİ                                                                                                 Benim adım Yılmaz./Benden ucuz satan olmaz./Ömrümüz çobanlıkla geçti./Gurtlarla, itlerle boğuştuk

GECE NÖBETÇİLERİ                                                                                                                      Aslında hayvan pazarının tehlikeli saatleri de yok değil. Gece hayvanları bekleyen nöbetçiler olmak zorunda çünkü hırsızlık olaylarına sıkça rastlanıyor. Hatta bizim ziyarete gittiğimiz günün gecesinde olan bir olay şöyle gelişmiş. Hırsızlar büyükbaş bir hayvanı çalmak üzereyken nöbetçi çocuklardan bir tanesi fark etmiş ve peşlerinden koşmuş bunun üzerine hırsızlar hayvanı bırakıp kaçmak zorunda kalmış. Eğer fark edilmeseymiş satıcının yaklaşık 7 bin lira zararı olacakmış.

Yazı: Dilara Özdeş/ Fotoğraf: Hasan Dede

 

Marmara Life sayı 93- Kasım/ Aralık 2015

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s