İmkansızlıklar yüzünden okulunu bırakıp, babasının yanında pazara çalışmaya gelen İlker Eren’in hikayesidir bu. Daha doğrusu kaderi hep İlker Abi gibi gün ışımadan, İstanbul uyanmadan yollara düşenlerin hikayesidir…
Nedir ömür dediğimiz, kader mi? Yoksa hızla ve gaddarca geçen seneler mi? Evet, birden geçer seneler. Pazarcılık yapan babasının yanına yardıma giden küçük bir çocuğun, büyüdüğünde kendisini pazar tezgahında ne ara bulduğunu bile anlayamayacağı kadar hızla geçer. Belki de budur kader. Peki hayaller? Hayaller ise pazar tahtalarının arasında sıkışır kalır…
İlker Eren 30 yaşında, Kastamonulu, evli ve iki çocuk babası. Pazarcılık baba mesleği. Biz de Marmara Life ekibi olarak pazarda adım adım onu izledik, yanında durduk, hem sohbet ettik hem de tezgahındaki ürünleri satmasına yardımcı olduk. Biliriz ki işçinin, esnafın, emeğiyle yoğrulur ekmeği. Biz de ekmeğini, emeğiyle yoğuranlara yer vermek istedik bu sayımızda…
İlkokulu bitiremeden pazar tezgahında bulmuş kendisini İlker Eren, “okusaydın ne olmak isterdin?”, diye sorduk. “Doktor olmak isterdim”, dedi. Bu hayali gerçek olamamış belki ama çocuklarının hayalleri için gecenin 3’ünde yollara düşen, canla başla çalışan cefakar bir baba olmayı başarmış. Yazın sıcağında, kışın soğuğunda sokaklarda gece gündüz demeden çalışmak zor elbette ama aslanın midesindedir rızkı ve bilir ki hayat devam ettikçe sürecek bu zorlu mücadele. Gecenin karanlığında yollara düşüp, halka taze sebze meyve getiren, çeşit çeşit kıyafetleri, her türlü gıda ürününü tezgahlarda sergileyen, yağmur çamur demeden kapılara hizmeti taşıyan bu yaşlı dünyanın, en eski, en ucuz ve en renkli alışveriş mekanlarının emekçisi o, pazarcı.
Pazartesi ve Cuma günleri tezgahını kurmuyor İlker Abi, ürünlerin bazılarını halden bazılarını ise kendi bahçesinden getiriyor. Onu ve ürünlerini hafızasına kazıyan daimi müşterileri var. Çevreyi kirletmemek için bez torbasıyla gelen Alman müşterisi Vera hanımla aynı dili konuşamasa da gülen gözleri sayesinde anlaşıyor. Akşama doğru elinde kalan ürünleri esnaf arkadaşlarına ve çevrede ihtiyacı olanlara dağıtarak gönül rahatlığıyla evine dönüyor…
“Ayşe gönül koyma bu işe”
İlker Eren, amcaoğlu Şeref Eren ile 15 yıldır aynı tezgahta çalışıyor. İlker Abi ne kadar sessiz, sakin ise Şeref Abi de onun tam aksine yerinde duramayan, ağzına doladığı tekerlemeleriyle pazara gelenlerin yüzünü gülümseten, tezgahtaki ürünlerin fiyatını beğenmeyen müşterisinin ardından “Ayşe gönül koyma bu işe” diyerek gönül almasını bilecek kadar kibar bir adam. İki kuzen aynı tezgahtan ekmek kazanıp, aynı kaderi paylaşıyor. İkisinin de ağzından dökülen cümleler ise aynı acıyı taşıyor “babam beni çocukken pazara getirirdi, ben çocuklarımı asla getirmeyeceğim”.
Hayat kavgası içinde ter döken bu insanların en büyük sorunu anlaşılamamak, “Üstün de paran yoksa bir daha ki gelişinde ödersin” diyerek esnaf olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlatan bu insanlara tezgahtaki ürünün pahalı olmasının sorumlusu gibi davranmayı bir kenara bırakmalıyız. Metropollere ardı ardına dikilen alışveriş merkezlerinin büyük marketlerin onları yok ettiğini görmeliyiz. Semtimizin pazarcı abileri onlar, esnaf dayanışmasının halk ayağı. Rengarenk tezgahların baş rol oyuncuları…
Pazar tezgahları kaldırılmalı mı?
Kaldırılmalı mı, kalmalı mı, alanlara mı taşınmalı sokaklarda mı kurulmalı, gereklilik mi, keyfiyet mi, yoksa çözümlenemeyecek kadar büyük bir sorun mu? Sosyolojik anlamda ele alınmaya başlansa, yığınlarca yazı yazılacak bir konu olarak karşımızda durmakta pazarcıların hayatı ve sorunları. Çünkü; kimilerinin ekmek kapısı, kimilerinin eğlence durağı, fakir fukaranın umut kırıntısıdır semt pazarları…
NOTLAR
Şeref Eren
İlker Eren’in amcaoğlu, iki kuzen yıllardır aynı tezgahtan ekmek parası kazanıyorlar. Pazarcılık yapmaya 13 yaşında başlamış, şu an 37 yaşında ve evli, 3 çocuk babası bir adam. İşini sevip sevmediğini sorduğumuzda “işimi sevmeye mecburum, başka ne yapabilirim ki?” diye hafif sitemkar bir şekilde yanıt veriyor.
Adem Balcıoğlu; “Müşteriyi kredi kartına köle yapmıyoruz”
Adem 21 yaşında, “pazarcılık bizde dededen toruna geçen bir meslek, yıllardı bu işi yapıyoruz” diyor, bu cümleleri kurarken bir yandan da müşterileriyle canla başla ilgileniyor, kendisi yumurta satarken kuzeni peynir tezgahında çalışıyor. Haklı olarak sitemleri var, bizi görünce başlıyor anlatmaya. Marketlerle baş edememenin pazarcının en büyük sorunu olduğundan dem vuruyor. Kredi kartına köle yapmıyoruz müşteriyi çünkü esnafız biz, dilini de öğreniyoruz öğrenemesek bile bir şekilde samimiyet kurup anlaşıyoruz diyor.
Maşallah Yıldız; “Avukat olmak isterdim”
“Pişmanım, okusaydım dayım gibi avukat olmak isterdim” dedi, içinde kalan ukdeyi gözlerinden okumamak imkansızdı. Bir kızı bir de oğlu var, içtenlikle ve samimiyetle hemen fotoğraflarını gösterip anlatmaya başladı.”Ben okuyamadım ama çocuklarım okuyacak.”
Marmara Life sayı 91- Temmuz/Ağustos 2015