İSTANBUL’UN ARKA SOKAKLARINI, KIYILARINI, KAPILARINI, KEŞMEKEŞİN İÇİNDE GÖZDEN KAÇAN RENKLERİNİ, GÜZELLİKLERİNİ YAKALIYOR, KARE KARE KADRAJLARLA BÜTÜN DÜNYAYA GÖSTERİYOR. DÜNYANIN HER YERİNDEN TAKİPÇİLERİ ONUN FOTOĞRAFLARINA BAKIP İSTANBUL’A GELİYOR.
Çiler Geçici , Hayal Kahvesi’nin müzik direktörü. Aynı zamanda fotoğrafçı eşi Mehmet Kırali ile birlikte Instagram’da İstanbul’un yıldızı.
Instagram’da istanbul fotoğrafı denince akla gelen birkaç isimden birisiniz. Müziğe, fotoğrafa geçişiniz nasıl oldu?
Gezmeyi de, müzik dinlemeyi de çok seviyorum kendimi bildim bileli. Bütün festivalleri takip etmeye çalışıyorum. Müziğin peşinden koşan biri, sadece dinleyici de olsa müziği bilen biridir. Gezi ve müzik hobilerim hem kendi hayatımı değiştirmek istememle hem de güzel tesadüfler sonucu işe dönüştü. 15 yıldır sabahları uyuyabildiğim, en sevdiğim müzisyenleri getirip onları canlı dinleyebildiğim bir işim var. 10 yıldır da, Hayal Kahvesi’nin Beyoğlu’ndaki müzik direktörüyüm. Fotoğrafa da hemen hemen aynı zamanlarda, yani 15 yıl kadar önce başladım. Geceleri konser çekimi yapıyordum. Müzisyenler loş sahneleri çok severler, ışık az ve hareket çok olur. Yıllarca doğru ışığı bu koşullarda aradım, dolayısıyla bu konuda uzmanlaştım diyebilirim.
Takipçileriniz arasında çok sayıda yabancı var, onlar istanbul’la ilgili en çok ne tür fotoğrafları beğeniyorlar?
Takipçilerimin yüzde 80’i yabancı, çünkü Insagram Türkiye’de çok yeni. Takipçilerim bu yüzden kendi ülkelerinde olmayan, otantik görüntüler arayan insanlar genellikle. Tam da benim fotoğraflamayı çok sevdiğim eski kapıları, eski sokakları, dokusu bozulmamış yaşam alanlarını görmeyi çok seviyorlar. Tarihi ve kültürü merak ediyorlar çünkü. Ben de “old city” dediğimiz bölgeleri, o bölgelerde kaybolmayı seviyorum zaten. Cankurtaran, Ahırkapı ve benzeri yerler çok enteresan yerler. Giriyorum ve beş saat sonra bambaşka bir yerinden çıkıyorum.
“OLAYLARI DRAMATİZE ETMEYİ SEVMİYORUM, GÜZEL ŞEYLERİN PEŞİNDE KOŞUYORUM.”
İstanbul’un eski yerleşim birimlerinde gerçekleşen dönüşüm konusunda ne düşünüyorsunuz?
Tabii ki eskiyi seven bir insan olarak inanılmaz üzülüyorum ve hüzünleniyorum. Bir de gittiğim her yerde insanlarla tanışıyorum ve sonradan o insanları göremediğimde kötü hissediyorum.
Bu mutsuzluk paylaştığınız fotoğraflara hiç yansımamış, insanın içini açan, rengârenk görüntüler var daha çok.
Değişim hayatın bir gerçeğidir ve bu dünyanın her yerinde yaşanır. Ayrıca elbette zor ve sancılıdır. Oturup eskiye güzelleme yaparken, diğer taraftan yaşanan değişimi dramatize etmekten hoşlanmıyorum. Ağlak bir tutum bana göre değil. Mutsuzluğu vurgulamak yerine, hala yıkılmamış ne kadar eski ev, çeşit çeşit kapı, ara sokak, mahalle varsa oraya koşarım ve beni de, takipçilerimi de mutlu eden, heyecanlandıran kareleri yakalamaya çalışırım. Lonca’yı bilir misiniz? Ayvansaray’da, Lonca Mahallesi var. Oraya yaz, kış, sıcak, yağmur, çamur, kar demeden devamlı gidiyorum. Gökkuşağı gibi bir mahalle, evler rengârenk, işte orası özgün kalabilen, bozulmamış neredeyse tek yer İstanbul’da. Evler fosforlu yeşil, fosforlu pembe ve insanlar da hep sokaktalar. Yaşlılar kapı önlerinde sohbet ediyorlar, çocuklar sokakta oynuyorlar. İstanbul’da bu düzeyde komşuluk ilişkisi neredeyse hiçbir yerde kalmadı, oyun oynayan çocukların gürültüsüyle dolan kaç sokak kaldı? Buna bayılıyorum. Nişantaşı’nda oturuyorum ama oradaki kafelerde oturmak yerine hep Lonca ’ya ve en azından tam olarak bozulmamış kenarda, köşede ne kadar mahalle varsa oralara koşuyorum.
AHIRKAPI, BALAT, HALİÇ…
Biz Balat’ın canını çıkardık! Gelen bütün yabancı fotoğrafçıları da oraya götürüyoruz, gözleri dönüyor. Hayran kalıyorlar. Ben de yeni şehri Boğaz’dan tekneyle geçerken beğeniyorum evet ama biz şehrin eski kokusunu seven insanlarız. Çünkü modern hayat beni yoruyor. Yabancı takipçilerimle enteresan şeyler de yaşıyorum bu konuda, çok hoşuma gidiyor. Örneğin Japon bir kadın takipçim, Balat’ta benim fotoğrafını çektiğim bir sokağı bulmuş, fotoğrafını çekmiş ve beni fotoğrafa etiketleyip “bak, senin sokağını buldum” diyor.
Turkey home nasıl bir proje?
Turkey Home, Turizm Bakanlığı’nın bütün dünyada Türkiye’nin tanıtımı için oluşturduğu çatı markadır. Diğer bütün alanlarda olduğu gibi sosyal medyanın tüm kanallarında da projeler başladı. Mehmet’le benim dahil olduğum “GastroHunt” projesi de ilklerden biri. Her projede biz ikimiz dışında yurt dışından seçilen, kendi alanında uzmanlaşmış en az 3 (fotoğrafçı, şef, tarihçi, mimar vs.) misafir oluyor. Bu kişiler proje süresince kendi tanıtım kanallarından paylaşımlar yapıyorlar. Örneğin Ağustos ayında Arda Türkmen yönetiminde Türkiye mutfağını tanıttığımız bir proje vardı. Mehmet, ben ve yurt dışından üç yabancı fotoğrafçı daha, yemek fotoğrafları çektik. İstanbul, Gaziantep ve Alaçatı’yı dolaştık. Çok yemek yedik, o pek de iyi olmadı. Çekimlerse çok eğlenceliydi ve müthiş yemek fotoğrafları çektik. Yurt dışından gelen fotoğrafçılardan biri tarzı olmamasına rağmen çok güzel yemek fotoğrafları çekti. Harika bir projeydi, insanlar çok etkilendiler ve bizi takip etmeye, filanca gün nereye gidip ne yiyeceğimizi sormaya başladılar. 2015 için GastroHunt gibi bir sürü proje var yine Turkey Home kapsamında.
“HOBİLERİNİZİ ÖNEMSERSENİZ, SİZE DAHA ÇOK ZEVK VERMEYE BAŞLARLAR.”
Fotoğraf çekmeyi en çok sevdiğiniz yerler nereler İstanbul’da?
Lonca Mahallesi başta olmak üzere Ayvansaray bölgesi, Balat’ın üst tarafı, Ahırkapı ve orada özellikle Çatladıkapı’da eski teknelerle balık tutulan sahil. Süleymaniye’de bir köşe var mesela gidip gidip oranın fotoğrafını çekiyorum. Tepede metruk bir bina var, gençler oraya grafiti yapmaya geliyorlar. Sözünü ettiğim köşe oradaki bir duvar. Duvar hep aynı, durduğum açı, duvarı çektiğim köşe hep aynı; ama o her seferinde farklı bir fotoğraf oluyor. Çünkü üzerindeki grafiti durmadan değişiyor. Bu, senelerdir böyle.
İstanbul’da fotoğraf çekmenin zorlukları neler?
Mesela hiç insan fotoğrafı çekmiyorum neredeyse. Yurt dışında insanlar makinenizi görünce kaçmıyorlar, hatta Afrika gibi ülkelerde poz bile veriyorlar ve çektiğiniz her fotoğraf harika çıkıyor. İstanbul’da ise o kadar yorgun ki insanlar…
Çiler Geçici’den öneriler:
» Instagram’da yayınlayacağınız fotoğrafların kadrajını sonra düzenlemek yerine kare içine alarak çekin.
» Hesabınızı iyi yönetin, kişisel fotoğraflarınızı koymayın. Belirli bir nedenle sizi takip eden insanlar kuzeninizle sahilde kahve keyfinizi görmek istemez.
» Mümkünse hashtag kullanmayın.
Notlar
» Çiler Geçici en çok, Ayvansaray’daki Lonca Mahallesi’nde fotoğraf çekmeyi seviyor.
» Fotoğrafçılığını “belgesel fotoğrafçılığı” olarak kategorize ediyor.
» Kahvehane fotoğrafları çekmek istiyor, ama İstanbul’da insanların makineden çok tedirgin olması onu da tedirgin ediyor.
» Mehmet Kırali ile birlikte, yalnızca Turkey Home’u takip eden istanbulcity adlı bir hesapları daha var. O hesapta hem kendilerine hem de başka fotoğrafçılara ait olan, en beğendikleri ve nitelikli İstanbul fotoğraflarını paylaşıyorlar.
SOKAĞA ÇIKIN
» Çiler Geçici’ye göre Türkiye’deki fotoğrafçıların en büyük problemi dışarı çıkmamak. “Stüdyo elbette çok önemlidir, ancak stüdyoya kapanmak hayal gücünüzü zamanla kısıtlar ve kompozisyonlarınızı olumsuz etkileyebilir. Dışarıda da fotoğraf çekmeyi öneriyorum. Sokaklara çıkın. Hiç beklemediğiniz bir anda, hiç beklemediğiniz bir görüntü yakalayabilrsiniz. Bir gün Haliç’teki köprünün üzerinde donmak üzereyken Ayasofya’nın kubbesi üzerinde dans eden kuşlar gördüm, fotoğrafını çektim ve akşam paylaştım. Dünyaca ünlü bir turizm dergisi fotoğrafımı kendi sayfasından paylaştı ve pek çok sanatçıdan, fotoğrafçıdan, gezginden ve mimardan tebrikler aldım. En güzel kareleri nerede yakalayacağınız hiç belli olmaz.” diyor.
» Geçici, bazen aynı açıdan çektiği aynı duvarın bile, her seferinde bambaşka fotoğraflarını çektiğini söylüyor. Çünkü duvarın üzerindeki graffiti sürekli değişiyor.
Röportaj: Başak Tan
*Marmara Life sayı 88- Ocak/Şubat 2015