ÇATAL KARASI BİR HAYAT

“Ey beni tek bir şey sanan, koluma, bacağıma, başıma ve gövdeme ayrı şahsiyetler gibi bakmadıkça beni anlayamayacaksın”

Sakın ola tek bir şey sanmayın Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu, gönlünden kalemine dökülenler şiir, zihninden paletine yansıyanlar resim olmuştur. Sanatının büyüsünü ise ilk gazalar diyarı Bursa tatmıştır. “Bursa’nın ufak tefek yolları / Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri / Tepeden tırnağa şiir gülleri / Yiğidim aslanım burada, yatıyor” Bakışları öyle mazhardır ki Eyüboğlu’nun, Bursa eserlerinde, bir manav dükkânı, bir nalbandın kıskacı önünde kıvrılmış bir öküz, bir cami kubbesi, hülasa bin türlü şey olur. Kalıptan kalıba girer, manadan manaya değişir, sanatı kâh sadece kıvrak bir desen, kâh bir papatya sarısı, kâh duru bir deniz mavisi olur. Kimi zaman bir köy düğününün nağmeli musikisini taklit eder, nakış işler gibi detayı işler, kimi zaman ise teferruatı unutur bütünü verir. Bakmaya doyamaz, dünyaya bir de oğlunun gözüyle bakar. Ve bu çocuk gözünü kendisine ilave edebildiği için eşyanın efsununu, sırrını ve arkasındakileri bulur. Eşya ve kâinatla kendi kabiliyetleri sayesinde yeniden buluşur, konuşur…  Gönlünden geçenleri şiirleştirir, dillere pelesenk eder, Türk resminin en güzel manzaralarından biri olmayı başarır ve kalemi gibi paletini de konuşturur. Dokunduğu her şey bir masal anlatır…

BİR LOKMA KARADUT

Takvimler 1911 yılını gösterdiğinde Görele Kaymakamı Mehmet Rahmi Bey ve Lütfiye Hanım’ın ikinci çocuğu olarak gelir dünyaya… Asıl adı olan Ali Bedrettin, zaman içinde önce Bedir’e sonra Bedri’ye dönüşür. Babasının görevi dolayısıyla yerleştikleri Trabzon’da lise resim öğretmeni ünlü ressam Zeki Kocamemi tarafından keşfedilir. Yine bu dönemde edebiyata da merak salar ve ilk şiirlerini yazmaya başlar. 1929’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne giren Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı gibi Türk resminin mihenk taşlarının öğrencisi olma şansına erişir. Edebiyata olan ilgisinin üzerine düşer ve Ahmet Haşim’den estetik ve mitoloji dersleri alır. 1930’larda yolu Fransa’ya düşer. Dijon ve Lyon’da bir yandan çalışarak Fransızcasını geliştirmeye çalışırken, bir yandan da Gauguin, El Greco, Cezanne gibi beğendiği ressamların eserlerini kopya eder. Sanatçı, ileride hayatını birleştireceği Ernestine Letoni (Eren Eyüboğlu) ile de Fransa’da tanışır. Tanıştığı Rumen kızı Bedri Rahmi’den dört yaş büyüktür. Bükreş Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim okuduktan sonra Paris’e gelmiş, André Lhote’nin atölyesinde çalışmaya başlamıştır. Bir gün atölyenin kapısı çalar; kimse olmadığından Ernestine açar kapıyı. Kapıdaki adam Bedri Rahmi Eyüboğlu’dur. Bu tesadüf bir süre sonra aşka dönüşür. Bedri Rahmi, Ernestine ile evlenebilmek için ailesini karşısına alır… Rahmi, o dönemlerde Tekel’in sigara kutusuna desenler çiziyor, çevirmenlik yapıyor, Tan gazetesine yazılar yazıyor, ev geçindirmeye hazırlanıyordur. Türkiye’ye yerleşecek müstakbel eşine bir de isim bulmuştur. Eren… Eren, 1936 Şubat’ında bu kez yanında çeyiziyle ve ülkesine bir daha dönmemek üzere İstanbul’a gelir. Artık evlenmeleri gerektiğine Eyüboğlu ailesi de ikna olmuştur. Bedri Rahmi ile Eren, 16 Nisan 1936 Perşembe günü Eminönü Belediyesi’nde evlenirler. Ancak tarih 1940’lı yılları gösterdiğinde Bedri Rahmi’nin kalbine “kara saplı bir bıçak” gibi saplanan Mari Gerekmezyan girer. Asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelen bu genç kadın, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapar, Bedri Rahmi ise, Mari’nin çeşit çeşit portrelerini yaparak ve ona şiirler yazarak karşılık verir. Artık bütün İstanbul ve elbette eşi Eren Eyüboğlu bu tutkulu aşktan haberdardır…
“Yalan dünya, yalan dünya Yalan dünya değil misin? Cebişimi bin parçaya Bölen dünya değil misin?” “Bin parçaya bölünmüş”tür Bedri Rahmi, bir yanda eşi ve yeni doğmuş oğlu, öbür yanda giderek bir tutkuya dönüşen sevgilisi… Karadutu, çatalkarası, çingenesi… Bedri Rahmi, Karadut için kullandığı “çatalkaram” deyimini Çorum’da öğrenmiştir. Askerden döndükten sonra hükümet, ünlü ressamı Anadolu’yu resmetmesi için Çorum’a göndermiş ve kalbinin aşkla dolu olduğu o yıllar, Bedri Rahmi’nin en verimli dönemi olmuştur. ‘Saz Çalan Âşıklar’, ‘Köylü Kadınlar’, ‘İğdeli Gelin’ gibi unutulmaz resimlerini orada yapar. Çorum resimlerini, 1943’te Ankara Kutlu Pastanesi’nde, eşiyle açtığı ilk ortak sergide gözler önüne serer. Ama sadece sanatlarıyla değil, yaşadıkları bu üçlü aşk sarmalıyla da dilden dile gezmeye başlamışlardır. 1946 yılında ‘Karadut’ hastalanır ve Türkiye’den ayrılmamak için bir Alman’la yaptığı göstermelik evlilik, evlendiği adamın savaş döneminde Çorum’da enterne edilmesiyle fiyaskoyla sonuçlanır, bu arada kendisi de menenjit tüberküloz kapmıştır. Antibiyotik lazımdır ve Bedri Rahmi dışında ona el uzatabilecek kimsesi yoktur. Bedri Rahmi, en kıymetli tablolarını yok pahasına satıp sevdiği kadına ilaç parası yetiştirmeye çalışır. Ünlü ressamın halen piyasada bulunan resimlerinin çoğu, o dönem elden çıkardıklarıdır. Ama ne yazık ki bu çabalar da sonuç vermeyecek ve Karadut, 1946 yılında İstanbul’da, Alman Hastanesi’nde vefat edecektir. Bedri Rahmi’nin yıllar sonra ölümüne yol açacak içkiyle buluştuğu ve şiirlerinin başköşesine hüznü koyduğu yıl, o yıl olur.

“HÜZÜN GELDİ BAŞKÖŞEYE KURULDU”

1 Nisan 1948 akşamı Fındıklı’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nde bir yangın çıkar ve akademide ne var ne yoksa kül olur. Aşkından iki yıl sonra okulu da yok olmuştur. Mari’yi kaybettikten sonra evine, eşine döner Bedri Rahmi. ‘Karadut’u defnedip gözyaşları içinde eve geldiğinde, onu yatıştırıp teselli eden de yine eşi Eren olmuştur. Mari’nin ölümünden üç yıl sonra, 1949’da bir gün, Büyük Kulüp’te düzenlenen bir gece, Bedri Rahmi’den ünlü şiiri ‘Karadut’u okumasını isterler. Şair, ayağa kalkar ve eşi yanındayken ölen sevgilisine yazdığı şiiri gözyaşları içinde okumaya başlar…               “Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan / Yoluna bir can koyduğum / Gökte ararken yerde bulduğum / Karadutum, çatal karam, çingenem / Daha nem olacaktın bir tanem? / Gülen ayvam, ağlayan narımsın / Kadınım, kısrağım, karımsın…” Eren Hanım yılar sonra Büyük Kulüp’teki bu ağlama sahnesini yazdığı bir mektubunda satır aralarına sıkıştırsa da kalır, gidemez… İşte böylesine sevmiştir Bedri Rahmi’yi ama onun gözyaşları da Bedri Rahmi’nin yüreğine oturmuş olmalı ki 1974 Eylül’ünde giderayak hasta yatağında ağrılar sancılar içinde kıvranırken: “Ağlatır mısın Romen kızını… Haydi, al bakalım” diyebilmiştir.

MARİ GEREKMEZYAN’IN BEDRİ RAHMİ’YE YAZDIĞI MEKTUP

“Seven kaybediyor 10 Eylül 1945 İşte yine atölyedeyim! İşte yine Çebişten hiçbir haber yok! Canım Bedir anlamıyorum ne diye cevap vermiyorsun? Vapurun kalkıncaya kadar bekledim, sonra atölyeye dönüp sana uzun bir mektup yazmış ve o günküyle postaya atmıştım. Daha sonra Perşembe günü senin onlarla beraber döneceğine o kadar inanmıştım ki, tek! Geç vakitlere kadar hep seni bekledim. Cumartesi: ‘Neyleyim!..’ diye bir telgraf çektim. Hâlâ susuyorsun canım Bedir nen var? Yoksa hasta mısın? Hemen yaz ve eğer kabilse üç gün için buraya gel de yaz geçmeden çebişler birbirlerini bir daha görsünler. Gel gör, senin çebiş tam bir çingene kızı oldu. Fazla yazamayacağım fena halde asabım bozuk. Ben zaten kötü kötü şeyler düşünürken bir de üstelik… ‘Seven kayıp ediyor!”

CANIM ÇEBİŞİM

“Karadut Mektupları”, “Canım Çebişim” diye başlıyor. Orta Anadolu’da keçi yavrularına “çebiş” derler… Mektuplaştıkları yıllarda Bedri Rahmi, dönemin hükümeti tarafından, Anadolu’yu resmetsin diye Çorum’a gönderilmişti. “Çebiş”, Şair’in diline oradan yerleşmiş, ondan da sevgilisine sirayet etmiş olmalı… “Susadım / Üç tane elma soydular, üç tane portakal / Nafile Bir bardak suyun yerini tutmadı / Acıktım Kuş sütü, kuru üzüm getirdiler / Nafile / Bir çimdik somunun yerini tutmadı / Seni düşündüm sevgilim şükrederek / Su gibi aziz olasın her daim / Ekmek gibi mübarek.”

‘ONA ÇOK KIRILDIM ‘

Eren Eyüboğlu olanlardan sonra Paris’e yerleşmeye karar verdi. Bir süre ayrı yaşadılar. Sonra yeniden buluşup yıllar yılı birlikte sanat ürettiler. Bedri Rahmi, 1974’ün bir Eylül günü, 63 yaşında hayata veda etti. Cenazesinden sonra Eren eve geldi. Artık 35 yaşına gelmiş oğlu Mehmet’i karşısına oturttu ve dedi ki: “Babanı uğurladık, ama şunu bil ki ona çok kırıldım. Yaşadığı ilişkiyi unutmadım. Buna katlandımsa, sadece senin hayatın kararmasın diyedir”

DİZELERDEN TUVALE

Çok sevdiği ne varsa sanata dönüşmüş Bedri Rahmi’nin ellerinde, öyle ki kâğıt kalem yetmemiş içindekileri anlatmaya, taşlara, koylara çizmiş hayallerini. Türkülerden tuvale düşmüş gölgeler ve 1974’te Göçek’e yaptığı bir yolculuk sırasında Taşyaka koyunun kuzey yamacındaki büyükçe bir kayaya ana çerçevesi balık gibi görünen, aslında içinde altı hayvanı tasvir ettiği bir resim çizer… Hala her yıl onun izinden giden ressamlar tarafından yenilenen bu resim sayesinde Taşyaka büküne Bedri Rahmi’nin adı verilmiştir… Bedri Rahmi, bir Eylül sabahında bu dünyadan göçüp gitmiştir gitmesine ama eserlerini, aşklarını bir kilim gibi dokuyarak miras bırakmıştır sevenlerine…

Yazı: Dilara Gülşah Azaplar

*Marmara Life sayı 98

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s