BODRUM KATINDA BİR DÜKKAN, DEFALARCA GELİP GEÇTİĞİMİZ BİR SOKAK VE ESKİYE AİT TANIDIK BİR SES. NEDEN Mİ BAHSEDİYORUM? İBRAHİM AMCANIN 44 YILDIR AYNI YERDE, AYNI MAKİNENİN PEDALINA BASTIĞI, KUNDURA TAMİR ETTİĞİ DÜKKANINDAN.
Ayakkabılar; ayağımızı vurduğu zaman acıyı hissedip isyan ettiğimiz, ne kadar eskirse eskisin çoğu zaman atmayı göze alamadığımız ve her halükarda ihtiyaç hissettiğimiz en temel ihtiyaçlarımızdan birisidir. Daha merdivenin başından İbrahim Amca’nın pek sevdiği senfonik müzik geliyor kulağımıza. Bazen bu ayakkabıyı bozar mıyım ya da nasıl kurtarabilirim diye strese girdiğinde onu rahatlatan en önemli şey bu müzik. Sohbetimizin başından sonuna kadar eşlik ediyor bu rahatlatıcı tınılar… 15 metrekarelik pek de büyük sayılmayacak bir dükkân burası ama içerisi yaşanmışlıklarla dolu. 1965 yılından kalma eski kollu dikiş makinesinden tutun, 90’lardan kalma kasetçalara kadar İbrahim Amca’nın hayatına şahitlik etmiş daha bir sürü şey var içeride. Öncelikle bu işe nasıl başladığını anlatmasını istiyoruz ondan ve başlıyor anlatmaya “Babam biz çocukken ekmek parası kazanmak için Ürgüp’ten İstanbul’a göç etmiş, sonra bizi de aldı yanına. Geldiğimiz zamanı neredeyse hiç hatırlamıyorum ama geldikten sonraki senelerimi, günlerimi iyi hatırlıyorum. 1964’ten beri bu dükkândayım. Bu eskici kollu makinesinin dükkâna girdiği günü dün gibi hatırlarım. Babam da bu mesleği babasından öğrenmiş, yemenici olarak başlamış çalışmaya ama İstanbul’a göç edince iş tamirciliğe dönmüş. Aslında benim bu işe girişim biraz mecburi oldu, okumak istemediğimi söyleyince babam beni yanına aldı. Başlarda hep isteksiz çalıştım, bir gün babam dükkânı bana emanet edip işleri olduğu için Ürgüp’e gitti. Bir daha da dönmedi, trafik kazasında kaybettik babamı. İşte o günden beri hevesle ve istekle yapıyorum işimi. Başka işler de denedim, 1 yıl kadar oto tamirciliği yaptım ama olmadı. Başka işler yapmak istemediğimi anladım. İşte o gün bugündür hep bu dükkândayım.”
“ZANAAT ÖĞRETMEKLE OLMUYOR”
Babadan kalan mesleği çocuklarına öğretmeyeceğini söylüyor İbrahim Amca; “Onlar zaten üniversite kapısı araladı, hepsinin kendi mesleği var. Bu zamanda insanlara bir şey öğretmek çok güç. Bir de öğrettiğin kişinin karakteri nasıldır, müşteriye nasıl davranır anlamak zor. Bir işi bırakacaksan ya da dükkânı emanet edeceksen aklın burada kalır. Sanat öğretmekle olmuyor kızım. Dükkânda zaten yer dar. Ne yapalım benim de sanatım burada bitiyor.” Aslında 3 kardeşler ama diğer 2 kardeşi okumayı tercih edince babasının mesleğini yapmak ve babanın vefatından sonra da evi geçindirmek İbrahim Amca’ya kalıyor. Geçmişte kalan zorluklara bakıp söylediği tek şey; “Nasıl zor günlerdi. 16 yaşındaydım ama kimsenin eline bakmadık. Evin geçimi işte bu dükkândan sağlandı ama geçti şükür” oluyor. “Ben bu işi babama baka baka öğrendim. Babam bana dedi ki; “Oğlum yaptığın işi önce kendin beğen, bir işi kendin beğendikten sonra müşteri de beğenir. Bir de buradan çıktıktan sonra bu iş için bunu kaça yaptırdın diye sormazlar, bunu kime yaptırdın diye sorarlar. Yaptığın iş 5 kuruşluk dahi olsa temiz çalış, sağlam yap.”
İLK DENEYİM
Hem ona ilk tecrübesini kazandıran hem de babasından işine dair ilk fırçasını yemesine vesile olan bir müşteriyi anlatıyor bize. “Bir defa babam yokken bir müşteri geldi. Ayakkabısına pençe yapılmasına istemiş babam da işi yapıp kenara kaldırmış. Yapılan iş de bugünün parasıyla 70-80 lira çünkü ayakkabının altındaki malzemeyi söküp kösele yapıyorsun, kullanılan malzeme pahalı işçiliği de zor bir iş. Neyse benden ayakkabıyı istedi parasını da ödediğini söyledi, ben de ne bileyim hem çocuğum hem de yalnız, verdim ayakkabıyı. Babam geldi akşam dükkâna bir sinirlendi bir sinirlendi, hâlbuki adam parayı vermemiş, böylece ilk tecrübemi kazanmış oldum.”
OH BE DÜNYA VARMIŞ!
Bu işi yapan çok insan kalmadığı için müşterinin çaresiz olduğunu da biliyor ve yapılacak gibi bir tamir ise “Olur, kurtarırız çare buluruz” deyip insanları sevindirmesini de biliyor. Yalnızca ayakkabıları tamir etmiyor bunun yanında bazılarının rengini değiştiriyor, bazılarının daha rahat hale gelmesini sağlıyor. Hepimizin spor ayakkabısı ayağına vurmuştur, bunun nedenini İbrahim Amca’dan öğreniyoruz; “ Bazen işimi yaparken aklıma bazı çareler geliyor. Mesela genelde spor ayakkabıların arkasında fort diye bir ek olur ayakkabının astarı ve dış yüzeyi arasına koyulur. Ben onu çıkarıyorum oldukça zahmetli bir iştir. Ama o parçayı çıkardığın zaman ayakkabı artık hiç ayağını acıtmaz hale geliyor. Müşteri fortu çıkmış ayakkabıyı giyince ‘oh be dünya varmış!’ diyor.” Bir de meslektaşlarına naçizane şunu öneriyor; “İyi bir ayakkabıcı olmak için işini sevmek, işten anlamak, işin zorunu kolayını bir tutmak lazım. Olacak işe olmaz demeyeceksin, müşteri o işi istiyorsa ne yapıp edip onu yapacaksın. Olmayacak işe de olur demeyeceksin para kazanmak için.”
BU KAPI HERKESE AÇIK
Kundura tamirciliğinin yanında esnaflık da zor zanaat. O nasıl başarıyor bunu? Tabi ki güler yüzüyle. Her sabah komşularına günaydın demeden, hal hatır sormadan dükkanına girmeyen bu ustanın dükkânına, bizim de içinde bulunduğumuz vakitlerde birçok insan geliyor. Kimisi müşteri, kimisi esnaf, kimisi eş dost. Hep böyle ziyaretçileriniz olur mu dediğimizde “Buraya her çeşit insan gelir. Çok affedersin akli dengesi bozuk olan da, çok lüks hayat yaşayan insanlar da gelir. Gelen kişiye karşı seviyeli konuşunca kimsenin zararı dokunmuyor sana. Esnaf olmak böyle bir şey, yolunu kaybeden de geliyor sohbet etmek isteyen de.” Genelleme yapmamız belki hata ama bir esnaf için alışılmışın dışında bir müzik zevkine sahip, İbrahim Amca nasıl biridir, kundura tamirciliği dışında neler yapar acaba diye daha çok meraklanmamıza neden oluyor. Sonra öğreniyoruz ki kunduracılık dışında fotoğraf çekmeyi, sanat galerilerini gezmeyi, İstiklal Caddesi’nde yürürken durup sokak müziği yapan insanları dinlemeyi, yürümeyi ve bisiklet sürmeyi çok seviyormuş. Gençliği de Taksim’de geçtiğinden neredeyse, tüm eşi dostu bu civarda. Kafası sıkıldığında ya da dükkandaki işi bitip kepenkleri kapattığında onlara uğruyor, bir çaylarını içip iki sohbet etmeyi ihmal etmiyormuş. Bunları yapmanın ona çok iyi geldiğini söyleyen İbrahim Amca “Hayattan böyle keyif alacaksın, bunları yakalayabilesin ki mutlu olasın” diyor. Sohbetin sonuna yaklaşırken bizden ve sizlerden bir ricası oluyor İbrahim Amcanın; “Geçerken otomobil gibi geçmeyin, amca nasılsın deyin bir yüz görümlüğü verin hatta bir çayımı için öyle gidin.”
İBRAHİM AMCANIN KEDİLERİ
Aslında bu sokakta birçok kapıda kedi maması görmeniz mümkün. Ama en çok kedi İbrahim Amca’nın kapısının önünde oluyor. İçeriden gelen müzik sesinden mi, onun güler yüzünden mi, yoksa mamanın tadından mı bilemiyoruz. Her sabah 10’da dükkânı açıyor ve işe ilk önce sokak kedilerine mama vermekle başlıyor. Hatta mamayı da her yerden almayan İbrahim Amca İzmir’den bir çuval kedi maması getirtmiş. Gün boyunca acıkan susayan bir de müzik dinlemek isteyen kediler kapıdan hiç eksik olmuyor.
KALİTELİ AYAKKABI
Kaliteli ayakkabı için küçük bir tavsiyesi de var hepimize: “Kaliteli ayakkabının içi dışı deri olur, altı da hazır taban dahi olsa kaydırmaz olmalı. Ayrıca topuk yüksekliğinin sizi yormaması gerek, son olarak sert ayakkabı ayağı rahatsız eder bu nedenle yumuşak olmasına dikkat edilmeli.”
VAZGEÇEMEYENLER KULÜBÜ
“Gelip gidip defalarca aynı ayakkabıyı tamir ettiren eskisine düşkün çok müşterim var. Belki tamir parasına yeni bir ayakkabı alır ama vazgeçemiyor, çok seviyor ayakkabısını. Nedeni ayakkabının rahatlığı ‘Yamalı olsun eski olsun ama o olsun’ diyor.”
Yazı: Dilara Özdeş / Fotoğraf: Sadık Mustafa Kalaman
*Marmara Life sayı 98