Gökyüzüne Pencere Açan Roman

Anadolu’nun yollarında türküler çalarken beyaz bir atı peşinize takıyor, size merhametli insanların nefesini duyuruyor Hasan Ali Toptaş “Kuşlar Yasına Gider” romanında… Bitiminde ise o at hiç hız kesmeden içinizde koşmaya devam ediyor, sonra Beşparmak Dağı kadar devasa bir sessizlik çöküyor kalbinize.

Kuşlar Yasına Gider’i İstanbul’da okudum. Şehrin gürültüsünde, karmaşasında, kalabalığında göğe nefes alabileceğim bir pencere açtı sanki. Bu pencereden insanlar gördüm. Biri babaydı. Tır şoförü bir baba. Sürekli gazele karışıp giden. Uzaklara bakmayı neredeyse ailesinin kaderi kılan. Uzaklarda gördüğü iyi insanların, zor durumda kalanlara dağıttıkları çaydan daha sıcak yüzleri aklına gelince hıçkırarak ağlayan bir baba… Merhameti öyle yüce ki uzaklara gidişine kızamıyorsunuz. Bu babanın oğlunu gördüm. Mazot kokusu burnunun ucunda tütünce küçük bir çocuğa dönüşen… Ölüm babasına uğramasın diye annesinin kolu olup uğursuzca öten duguk kuşunu kovalayan oğlunu.

Onların hikâyesini okurken Toptaş’ın cümleleri; defalarca adımlayacağım yollar gibi devleşip serildi önüme. O yolda; şarkı söylerken sesini uçan halıya dönüştürüp üstüne oturup şehrin başucundan yükselen dağların tepesinde, omuzlarıyla bulutları yara yara gezinen bir çingeneye rastladım. Ölümü haber eden bir rüyayı cebinde taşıyan Bekir’e… Bu rüyanın istikametini değiştirmek için evlatlarına, çocuklara dağıtacakları gofretleri üst üste koyup bir duvar ördüren anneye… Hasta atı ölmesin diye kahvedeki bir ihtiyarın sözüne uyup sabahın köründe kalkıp kayalıkların arkasında yetişen otu, üzerine güneş düşmeden bulup ata yedirirse atın iyileşeceğine inanan dayıya rastladım.

“BABALAR ALINLARIMIZA YAZILMIŞ YALNIZLIKLARDIR”

Kitabı okuyan pek çok kişinin zihnine kazınacak olan cümle “Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” sanırım. Babasının ölümünden arda kalan yalnızlıkla başa çıkabilmek için onla geçen her anını, ona ilişkin her duygusunu, onun karıştığı her rüyasını keşfe çıkan bir anlatıcı var romanda. Bir taraftan da Kuşlar Yasına Gider için merhametin romanı demek yanlış olmaz galiba. Babasıyla bakışlarıyla kucaklaşacak mesafede olan anlatıcı, aynı zamanda kesilmesini istemediği erik ve asma kesildiğinde sanki babası devrilmiş gibi hissedecek kadar da derin duygularla bağlı.  Anlatıcı, iç içe ördüğü sıradan insanların hikâyelerini ve hallerini yalın bir dille anlatıyor. Ancak bu sadeliğin, yüzeyselliğin çevrelediği müthiş bir derinlik var ve bu derinlik sizi bir anlam arayışına çağırıyor. Babasının son demlerine tanıklık eden oğul için her anı hüzün dolu olan bu süreçte sıradan insanların sımsıcak samimiyeti, bazen bir hayvan bedeninde somutlaşan korkuları, gerçeğe karışan rüyaları ile karşılaşıyorsunuz.

Anlatıcı, araba yolculuklarında Neşet Ertaş’tan, Zaralı Halil’e, Talip Özkan’dan Bekçi Bakır’a pek çok türküyü yoldaş ediyor okura. Okur da türkülerin yanında Toptaş’ın müthiş tasvirleri sayesinde Anadolu’nun tüm bozkırlarını, Denizli’den Uşak’a tüm yokuşlarını beyaz yeleli bir at eşliğinde zihnine nakşediyor. En nihayetinde ise yazarın kendi sözleriyle ifade etmek gerekirse “ortalığı kaybolan şeylerin varlığını hatırlatan derin bir sessizlik” kaplıyor. Romanda Zaralı Halil’in sesinden de duyduğumuz gibi “İnsan dediğin bir tek yapraktır / Evveli ahiri kara topraktır / Bu dünyada benlik satan ahmaktır / Daim ölüm kuşu döner başımda…” Kuşlar Yasına Gider, kapağında Nuri Bilge Ceylan’ın “Yağmurdan Sonra Üç Kaz” fotoğrafıyla birlikte, hatırlamaya ve sessizliğe hasret kalanları, vites düşürmeye davet ediyor.

 

Yazı: Hatice Erkan 

*Marmara Life sayı 101

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s