İstanbul Düşüyor! (Aşka)

Kokular, müzik, rüzgar… Tüm bunlar dört yıl önce bu şehre gelişimi hatırlatıyor bana. İstanbul’la sürekli bir aşk ve nefret ilişkimiz var , aynen istenmeyen bir evlilik gibi…

Yazdan kalma bir yağmur damlası yanağıma düşüyor, ıslak toprağın odunsu kokusu ve birden sokaklarda karşımıza çıkan şemsiye satıcılarının “Şemsiyeee” diyerek çınlayan sesleri. İşte bu tam da beklediğim işaret, boğucu havasıyla yazı geride bırakırken, İstanbul bana ılık yağmur altında İstiklal Caddesi’nin yüzyıllık tarihinin arasında yürüme fırsatı veriyor ya da Beyoğlu’nun arka sokaklarında bulunan bohem kafelerden birine sığınabiliyorum. Aylardan Eylül ve sonbahar gelmiş bile…

Sonbahar bu şehirde olmanın ideal zamanı, harika bir havada daha az turistin olduğu cazibeli sokaklarda gezebilirsiniz. Karaköy’deki ofisimden Sultanahmet’e, tarihi yarımadada, bir toplantıya katılmak  için çıkıyorum. İş saati trafiği oldukça yoğun sanki şehirde yaşayan herkes sokağa çıkmış gibi. Gelen ilk tramvay dolu, bu yüzden beklemem gerek, neyse ki bu benim için sorun değil. Yolun karşısında bir adam geleneksel bir çalgı olan “saz” çalıyor. Tellere vurarak yaptığı müzik beni hipnotize ediyor. Tramvayın aniden önümde durması beni uyandırıyor. Gideceğim yer, Sultanahmet Meydanı sadece dört durak sonra. İniyorum ve burnuma fırından yeni çıkmış simit ve susam kokusu geliyor, yanımdan el arabasıyla geçen yaşlı adam “Simiiiit” diye bağırıyor. Sokaklarda ve şehirdeki tüm pastanelerde satılan “Simit”, İstanbul’da kahvaltılarda en çok aranan yiyecek. Hemen 1 liraya 1 tane alıyorum ve meydana doğru yürüyorum. Ani bir rüzgar yüzümdeki saçı havalandırıyor ve gözlerimi tekrar kapatıyorum; bu koku, onu çok seviyorum. Etrafıma bakıp Aya Sofya’nın pembe minarelerini inceliyorum,  harika bir mimari güzelliğe sahip bir anıt. Eski günleri hatırlıyorum da, düzinelerce insan içeri girmek için kuyruklar oluştururdu. Şimdiyse, sadece profesyonel mihmandarlar etrafı gezdirmek için turist bekliyorlar. Sultanahmet meydanındaki kestane ağaçlarının yaprakları üzerime düşüyor. Her yıl bir tane alıp saklarım. Bu yapraklar benim için diğer insanlara verilen hediyeler gibidir. Bir çok insan İstanbul’un onlara neler verebileceğinin farkına varmazlar…

Kokular, müzik, rüzgar… Tüm bunlar dört yıl önce bu şehire gelişimi hatırlatıyor bana. İstanbul’la sürekli bir aşk ve nefret ilişkimiz var, aynen istenmeyen bir evlilik gibi. Son dört yılda bu şehir bana bir iş, evlilik, harika bir oğul ve unutulmaz hatıralar verdi. Son yıllarda tüm olan bitene rağmen, İstanbul duvarları arkasında güçlü bir şekilde duruyor. Bu, güçlü, çeşitli ve birbirine karışmış bir kültürün duvarı. Toplantım bitti ve Galata Köprüsü üzerinden Karaköy’e geri yürüyorum. Yağmura ve şehirlilerin sığınacak bir saçak aramasına rağmen, balıkçılar dolu kovalarla Altın Boynuz’a (Haliç) dönmüşler bile. Galata Köprüsü’nden yükselen yeni pişmiş balık ekmek kokusu burnuma gelirken karnımın acıktığını hissediyorum, ama öğlen yemeği için henüz erken. Kamondo Merdivenleri’nden Banker Sokağı’na çıkarak Galata Kulesi yönüne doğru yürüyorum ve yolda bir kahve aldıktan sonra ofisime ilerliyorum. Mevsim Galata’da da düşüyor, artık sonbahar. Ağaçlar yapraklarını dökerken yağmur yavaşça yağıyor. Bir zamanlar Cenevizliler’e ait bir koloni olan Galata ve civarı şimdilerde ise rokoko tarzı binalarında bu şehirde yaşayan birçok yabancıya ev sahipliği yapıyor. Birden Avrupa’da bir yerlere gelmişsiniz hissini uyandıran bir yer burası. Yan sokaklardan birinde Fransızca bir şarkı çalıyor. Kahvemi yudumlarken, rüzgar beni Pera’ya atıyor. Kahve içimi ısıtıyor. Bir dükkanın yanından geçerken camında şu yazıyı görüyorum, “Onlar karmaşa diyor, biz ise ev.” Bu sorumun cevabı olabilir mi? Bu şehirde yaşanan duygulara bir kısıtlama yok. Aşk, öfke, üzüntü, mutluluk, şüphe, şükran, endişe, sempati… Kurtulamadığım ve parçası olmuş olabileceğim şey aslında bu karmaşa mı? Bu hisleri gün boyu taşıyacağımı biliyorum. Onlar benim motivasyonum ve ilham kaynağım.

İstanbul’un bu karmaşık hayatında dört yıl boyunca yaşadığım iniş çıkışlardan ve bu şehrin bana ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalıştıktan sonra; sebatkar sevgilim, ihtiyarım, yeni doğmuş bebeğim ve yağmurlu gün arkadaşım. Bu sonbahar mı böyle? Yoksa bana sunduğu her şeyle ben mi İstanbul’a aşık oluyorum, ya da İstanbul mu bana aşık?

 

Yazı: Beatrice Kinas

*Marmara Life Sayı 99

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s