‘Makbule’ Geçen Bir Ömür’le Sonlandı

Ticarete atılır yapılmaz, masrafları görür öğretmen olur, çocukları susturamaz. Ne denediyse yapamaz ve hep aynı kararı verir: Yazarlıktan geçinmek… Ve Burgaz Ada’ya demirler, annesi Makbule Hanım’la müthiş bir bağ kurar. Kalemi, balıkçıları, akıntıları, tahta masaları ve aşkları karalar. Vasiyetiyle de örnek bir işe imza atar.

“Talebelikten nefret ederim” der. Savaş yıllarında Adapazarı-Karamürsel arasında geçen çocukluğundan, lisede İstanbul’dan Bursa’ya sürgüne gönderildiği ilk gençliğine kadar derslere ilgisiz, babasının zoruyla okula giden hayta bir evlat Sait Faik Abasıyanık, hep çift dikiş. Uzun süre değil Burgaz Ada, Beyoğlu, İstanbul; bir yere yerleşme, orada kökleşme duygusu olması bile imkânsız. Lakin Adapazarı’nı, dedeciğini özlüyor bir tek. Lisede, edebiyat dersinde yazdığı ilk öyküsü İpek Mendil’i, öğretmen bütün sınıfta okuyup da övgülere boğunca karar verir; yazarlıktan geçinecek. Sait Faik için İstanbul o zaman başlar. Ya yazarlık ya da yazarlık. Başka hiçbir işte çalışmak istemez. Yine babasının zoruyla ticareti deneyip, eline yüzüne bulaştırır. Hesap kitap yaptığı bir gün masrafları görünce korkup, öğretmenliği dener. Hâlbuki “ben ne biliyorum ki çocuklara öğreteyim” der. Çocuklar makaraya alır, susturmayı bile başaramaz. Bir aylık tecrübeden sonra, kim bilir kaçıncı kez aynı kararı verir; yazarlıktan geçinecek.

İŞTE ŞİMDİ İSTANBUL
Sait Faik’in İstanbul’u o zaman başlar. Şişli’de eski Bulgar Çarşısı’ndaki apartman dairesi ile Burgaz Ada’daki köşk arasında gelip giden hayatının en önemli yıllarında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne kaydolur. Talebelikten nefret ettiğini hatırlayınca,
ikinci sınıfta okulu bırakıp Beyoğlu’na vurur kendini. Bu büyük caddede, ara sokaklarda, dönemin meşhur yazarlarının buluştuğu kıraathanelerde alır edebiyat eğitimini. Sait Faik “kafamda her gün bir roman yazıyorum, elimden bir hikayecik çıkıyor” der. Beyoğlu, onun okulu, kendine özgü ifadesiyle, bizi yarına hızlandıran yol olur.

Ekonomi okumak üzere yurt dışına çıkma isteğine, bağları yeterince hassaslaşmış olan babasını ikna eder ve yurt dışından da avare, boş, bohem yıllar geçirmiş olarak, babasının bir mektubuyla geri döner. Sipariş üzerine yazamayan, edebiyatına müdahale edildiği durumlarda işten ayrılan Sait Faik, Andre Gide’den çeviriler yapar, adliye röportajları yapıp para kazanmaya çalışır. Gel gelelim, yalnızca kendi edebiyatıyla var olma isteğiyle zor, karanlık, gergin yıllar geçirir. Tüm zorlukların karşısında, arkasında tek bir dev gölge vardır Sait Faik’in; annesi Makbule Hanım. Makbule Hanım ile aralarındaki özel ve güçlü bağ Sait Faik’i gün geçtikçe Burgaz Ada’ya bağlar.

 

ALEKSANDRA
Burgaz Ada’nın Sait Faik’in hayatında bıraktığı iz kadar, Sait Faik’in de adada bıraktığı izler var. Biri, büyük bir aşk macerasıdır. Sait Faik, esmer, minicik, kıvırcık saçlı bir kadına âşık olur Burgaz Ada’da; Aleksandra. Kimse razı olmayınca evlenemezler. Sait Faik, Aleksandra’nın kendisini sevdiğine bir türlü inanamaz ve onu sürekli sınamaya
çalışır. Son sınavda, bir arkadaşıyla anlaşarak Aleksandra’ ya bir oyun oynar. Arkadaşı, Aleksandra, bu adamın buluşma teklifini kabul etmezse, Sait Faik onun sevgisinden emin olacak. Aleksandra, bu teklifi kabul etmiş. Bunu duyan Sait Faik, o kadar sinirlenmiş ki Ada’da oldukları bir gün Aleksandra’nın üzerine yürümüş. Bu olayın üzerine sonsuza dek ayrılsalar ve bir daha hiç görüşmeseler bile Aleksandra, Sait Faik’in unutamadığı aşkı olarak kaldı.

‘SAİT FAİK’İ SEVEN GİREMEZ’
Hastalığının ağırlaştığı günlerde Burgaz Ada’dan balıkçılar, Sait Faik’in kaldırıldığı kliniğe ziyarete gelir. Durumunun ağırlığı nedeniyle asapları hassaslaşan Sait Faik, yazarlık hayatı boyunca hikayelerini anlattığı Ada balıkçılarını görünce heyecanlanır. İçlerinde, asker kaçağı olduğu için, geldiği günden beri adadan hiç ayrılamamış olan Rum bir balıkçı da vardır. Sait Faik onu görünce, heyecandan fenalaşır. Bu tür duygu
yüklü ziyaretlerin, Sait Faik’e iyi gelmediğini anlayan arkadaşları, kapıya uyarı yazısı asar: Sait Faik’i seven, giremez!

VASİYETİ VE ÖDÜL TÖRENİ
Talebelikten nefret eden Sait Faik, son yıllarında edebiyat matinelerine katıldığı Darüşşafaka Lisesi’ndeki yetenekli talebeleri çok sever. Okulun yüce amacını ve eğitim modelini çok beğenir, ölümünden sonra mal varlığını bu kuruma bağışlanması vasiyet eder. Annesi de ölümünün ardından yazarın tüm telif haklarını kuruma bağışlar, yalnız
köşkün müze haline getirilmesini ve her yıl usta edebiyatçılardan oluşan bir jüri tarafından seçilmiş en iyi öyküye, ‘Sait Faik ve Makbule Abasıyanık Hikaye
Mükafatı’ verilmesini şart koşar.

NOTLAR

KÖŞK’E NE OLDU?
Burgaz Ada’daki köşk, Makbule Hanım’ın hayatını kaybetmesinin ardından, Darüşşafaka tarafından müze olarak korundu. Kurum, öykü ödülünü düzenli olarak gerçekleştirmeye devam ederek, Sait Faik ve annesi Makbule Hanım’ın mirasını yaşatmaya devam ediyor.

BEYOĞLU’NU ŞÖYLE ANLATIR
“Beyoğlu bir alemdir. Beyoğlu yaşayan cıvıldayan, kaynaşan, rahatlayan, gülen, eğlenen, yalnızlığa çare bulan, ışıklı, hem şıkır şıkır hem koku gibi buram buram, nefis bir caddedir. Beyoğlu’suz bir İstanbul düşünülemez. Beyoğlu’nu yeren ukalâ yazılarını sakın okumayın. Beyoğlu her şeyiyle övülmeye değer. İnsanlar yarına buradan hızlanır. Uyuyan koca şehrin ortasında iki üç yüz metre içinde geceleri atan bir tek yüreği vardır İstanbul’un. Sıkın; Sarıyer’de patlak versin. Çıkarın ölüversin.”

ANNESİNİN YERİ AYRI
Melih Cevdet, “Eskiden Fransa’da sanatçıları koruyan zengin kadınlar vardı. Şimdi nerede!” diye takılır. “Benim için öyle bir kadın hala var” der Sait Faik, “annem.” Bedri Rahmi ile balık tutmaya gittikleri Kaşıkadası’nda öyle bir fırtına çıkar ki, geri dönmek imkânsızdır. Sait Faik “annem bekler” diyerek, arkadaşını ikna eder ve Burgaz Ada’ya
dönerler. Köşke geldiklerinde, pencerede yolu gözlerken bulurlar valide hanımı. Annesi, yazarların üzerindeki baskının ağırlığıyla çöküntüler yaşayan oğluna, desteğini hiçbir zaman esirgemez. Bir gazeteci, hayatını kalemiyle kazanmak isteyen gençlere bir öğüdü olup olmadığını sorunca da annesinin fedakârlıklarını gizlemez; “Bu işi bizim valide hallediyor. Otuz kuruş, birinci nevi sigara. Üç kahve 25’ten 75, iki yemek asgari 4 lira. Giyim, kuşam anadan babadan olmak şartıyla, yılın 6 ayında kahvesiz ve sigarasız kalmak isteyen yazsın.”

SEVGİLİYE ŞİİR
Ve Sait Faik, büyük aşkı Aleksandra için, meşhur ‘Bir Masa’ şiirini yazdı:

Bize bir masa ayır Yanakimu
Aleksandra’mla benim için
Bir masa
Üstü çiçeksiz
Örtüsü gazeteden
Şarabı aşktan
Hem hülyadan
Aleksandra’m mızıka çalsın
Siyaha çalar parmaklarıyla
Güftesi bayağı şarkılar
Adi havalar
Meyhane acı zeytinyağı koksun
Sen hoşnut ol Yanakimu

ADA’YA DEMİRLEME
Sait Faik, burnundan kan gelip siroz teşhisi konunca paniğe kapılarak yeniden Fransa’ya gider. Oradan döndüğüne de pişman olur. Aniden gelen ölüm korkusuyla tüm tavsiye ve tedaviye uyum gösterip hayatını düzene sokmaya karar vermesi, Burgaz Ada’ya
temelli dönüşünün de nedeni olur. “İşte çocukluğumun ve ilk gençliğimin haritalarındaki adalar beni, sonunda bir gün özlediğim adaya tesadüfen bırakıverdiler. Yaşım orta yaşı bulmuştu ama nihayet asıl yuvama dönmüştüm. Sanki on dört yaşında sarışın bir oğlanken basıp gitmiştim. Bir motor beni alıp büyük şehirlere götürmüştü. … İşte bitkin, işte yorgun, işte hepsini yitirmiş, gittiğim motorla geri dönmüştüm” diye anlatacaktır sonradan. Fakat Burgaz Ada bu müşkülpesent, inatçı adamın en güzel
dostluklarının pekiştiği gerçek memleketi olur.

 

*Bu yazı Marmara Life Sayı 87’de yayımlanmıştır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s