Hafızalarımızda, 1906 yılında hicvi resmettiği ‘Kamlumbağa Terbiyecisi’yle yer edinen, Türk tarihinin en değerli ressamlarından Osman Hamdi Bey… Dillere destan tablosuyla Lale Devri’nin Sadabat eğlencelerini aydınlatan Osman Hamdi, aslında tarihe ışık tutan bir öncü. Ve dahası: Türk müzeciliğinin kurucusu.
Tarihin aralanmasında ve kültürel değerlerin korunarak geleceğe taşınmasında önemli bir rol oynayan müzecilik, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de koleksiyonculukla başlar. Türk müzeciliğinin ilk izleri, Selçuklu Dönemi’nde eski Konya’nın bulunduğu toprak yığınını çevreleyen ve günümüze hiçbir izi kalmayan sur duvarlarının etrafına,
çeşitli dönemlere ait bulunan eserlerin düzenli bir şekilde dizilmesiyle belirir.
Osmanlı Dönemi’nde hazine dairelerinde korunan ata yadigarı eserler, ganimetler ve
hediyeler ise Türk müzeciliğinin filizleneceğini müjdeler. Özellikle İstanbul’un fethi ve Yavuz Sultan Selim’in Doğu seferlerinden sonra halifeliğin Osmanlı’ya geçmesiyle birlikte, başta kutsal emanetler olmak üzere pek çok kültür mirası Osmanlı sarayına taşınır ve böylece Türk müzeciliğinin başlamasında öncü olacak kıymetli bir koleksiyon
ortaya çıkar. Tüm bu kültürel birikimi hayata geçiren ve filizlenmiş olan müzeciliği tarihi bir çınara dönüştüren de döneminin değerli aydın ve ressamlarından Osman Hamdi Bey olmuştur. 1842 yılında eğitimli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Osman Hamdi’nin sanatla olan bağı, hukuk okumak üzere babası tarafından gönderildiği Paris’te güçlenir. Orada, eserlerinde de etkisi görülen ünlü Fransız ressam Jean Léon Gérôme’la çalışma fırsatı bulan Osman Hamdi Bey, hukuk ve resmi bir arada yürütür ve en nihayetinde ruhunu sanatına adar. Paris’teki resim çalışmalarının yanı sıra arkeoloji ve müzecilik alanında dersler alan ressam, İstanbul’a döndüğünde önce Bağdat İli Yabancı İşler Müdürlüğü’ne, ardından Saray Protokol Müdür Yardımcılığı’na atanır. 1873’te Uluslararası Sergi Komiserliği görevine getirilen Osmanlı aydını, Türk müzeciliğinin ilk adımlarını ise 11 Eylül 1881’de müdür olarak atandığı Müze-i Hümayun’da atmıştır.Tanzimat Fermanı’nın etkisiyle Osmanlı’da başlamış olan aydınlanma dönemi, bilim ve sanattaki gelişmeleri olağan kılarken Osman Hamdi Bey’in batılı anlamda müzeciliğe dair yaptığı reformlar da atılacak sağlam temellerin habercisi olur.
TARİHE DAİR İLKLERE DOĞRU …
1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi, yani bugünkü adıyla Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile ilk Türk müzesi olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni kurarak müdürlüklerini üstlenen Osmanlı aydını, böylece ülkesinin tarihini aralamada önemli bir rol oynamıştır. Bu anlamda en önemli atılımlarından biri olan Asr-ı Atîka Nizamnâmesi ile Türk tarihinin kayıplarına göz yumulmasına engel olan Osman Hamdi, antik eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklamış ve bu toprakların geçmişine dair kalıntıları yine bu topraklarda muhafaza etmiştir.
Üstelik tek bir ilke imza atmakla kalmamış, ülkede yapılan arkeolojik çalışmaları kontrol
eden bir mekanizma oluşturarak ilk Türk bilimsel kazılarını başlatmış ve Anadolu topraklarına ait eserlerin İstanbul’a getirilmesi için çaba göstermiştir. İlerlemelere yön
verirken kendi birikimlerini paylaşmaktan kaçınmayan Osman Hamdi, Nemrut Dağı, Lagina ve Antik Çağ’da önemli bir Fenike şehri olan Sayda’da yaptığı kazılarda, Lagina Tapınağı ve İskender Lahiti gibi arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan pek çok eseri gün yüzüne çıkarmıştır. Böylece, çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eserle
günümüzde dünyanın en büyük müzeleri arasında yer alan İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni faaliyete geçirerek bu toprakların altındaki karanlığa ışık tutan ve kültürel
birikimin yanı sıra ülkeye ekonomik fayda sağlayan bir yapı kazandıran Osman Hamdi,
adeta ülke tarihinin can suyu olmuştur.
NOTLAR
*Türk Müzeciliğinin temeli, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin temelini de oluşturan Mecma-ı Asar-ı Atika’ya (Eski Eserler Koleksiyonu) dayanır. Padişah Abdülmecit’in 1845 yılında Yalova’ya yaptığı gezi sırasında gördüğü Doğu Roma yazıtlarını İstanbul’a
naklettirmesi üzerine eserler 1846 yılında Osmanlı Devlet adamı Ahmet Fethi Paşa tarafından o güne kadar silah deposu (Harbiye Ambarı) olarak kullanılan Aya İrini’de toplatılmaya başlanır. Müze, Mecma-i Eslihai Atika ve Mecma-i Asar-ı Atika olmak üzere iki bölüm halinde düzenlenmiş, kuruluşu daha eski dönemlere dayanan Mecma-i Eslihai Atika bölümü Harbiye Askeri Müzesi’nin temelini oluşturur.
*Aslında Osmanlı’da tarihi eser toplama merakının izleri Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren takip edilebilir. Fakat sistemli bir şekilde müzeciliğin kurumsal olarak ortaya çıkışı İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin 1869 yılında ‘Müze-i Hümayun’
yani İmparatorluk Müzesi olarak kuruluşuna denk gelir.
Yazı: Julia Katnaroğlu
Bu yazı Marmara Life sayı 103’te yayımlanmıştır.