Yolculuğumuz değiş tokuş ilkesine dayanıyor, bilgi ve becerilerimizi kalacak yer ve yemek karşılığında sunuyoruz, bu sayede hem bütçemizi aşmıyor hem de toplumun parçası olabiliyoruz, böylece sıradan turistlerin yapabileceğinden daha derin ilişkiler kurabiliyoruz.
İki yıl önce herşeyi bırakıp dünyayı dolaşmaya ve yolda değişim yaratan insanlarla
karşılaşmaya başladık. Toplumlarını veya çevrelerini geliştirmek için bir şeyler yapan insanlar. var Bu yönde hareket eden bir çok kişi var, örneğin, eğitim alma hakkını geliştirmek için proje başlatanlar, doğayı korumak ve kurtarmak isteyenler, veya ayrımcılıkla savaşanlar – bu dünyayı daha yaşanabilir kılmak isteyenler. Bu insanları
dinliyor, hikayelerini yazıp yayılmasına yardım ediyoruz, bu ilham verici davranışların daha nicelerini etkileyeceğine inanıyoruz. Eylül 2015’te Güney-Doğu Asya’dan yola çıktık. Sonra kendi memleketlerimiz olan Polonya ve İtalya’ya geldik. Kasım 2016’da birkaç aylığına Balkanlara geçtik. Ardından Türkiye’ye geldik ve Kafkas bölgesine devam ettik. Sadece kara yoluyla seyahat ediyoruz, genellikle otostop veya toplu taşıma kullanıyoruz, yerel halkın evlerinde kalıp, yerel yemekleri yiyoruz. Hiçbir zaman otelde kalmıyor güzel restoranlarda yemiyoruz.
Tamamen yolda karşılaştığımız insanların iyi niyetine dayanıyoruz, bizi misafir etmelerine ve gönüllü işçi almalarına bakıyoruz. Tamamen açık sözlü ve hassas olduğumuz için de her zaman harika insanlarla karşılaşıyoruz. Türkiye’de toplam 7 hafta kaldık, bu ziyaret ettiğimiz ülkeler içinde en uzun kaldığımız yer oldu. İstanbul’dan yola çıktık, ardından Pamukova, Kerpe ve Bursa’ya gittik, sonra sahil hattına döndük ve İzmir, Urla, Fethiye, Antalya şeridini ziyaret ettik, akabinde kuzeye yöneldik ve Konya, Kapadokya, Trabzon’a gittik. Kafkasya’yı ziyaret ettikten sonra Ardahan’dan yine Türkiye’ye giriş yaptık. Ankara’da kısa bir süre kaldıktan sonra yeniden İstanbul’a geldik.
Türkiye’de kaldığımız süre içinde bol bol gezdik ama zamanımızın çoğunu üç farklı
organik tarım yapan Türk çiftliğinde gönüllü çalışarak geçirdik. İlk proje Pamukova’nın
dağlık bölgelerinde konuşlanmış, yaklaşık 10 sakini olan küçük köydeki bir projeydi. 4 kişilik bir topluluk orada yaşamaya karar vermiş, doğal malzemelerden küçük bir
ev yapmışlar ve şimdi kalıcı tarım yaptıkları bir bahçeleri var. Günde birkaç saatlik gönüllü çalışma yaptığımız sakin bir yerdi, katı bir program yoktu. Yaşamak, yürüyüş
yapmak, kitap okumak ve sohbet etmek için bol zaman vardı. İkinci proje bundan
çok farklıydı. Narköy kocaman bir organik çiftlik, 16 çalışanı vardı. Akla gelebilecek her
tür meyve, sebze ve ekin yetişiyordu. Ayrıca bir otelleri ve restoranı vardı. Buradaki
gönüllü çalışmamızın ciddi bir program ve leziz yerel yemeklerin olduğu molaları
vardı. Narköy sakinlerinin açık gönüllü ve sıcak davranışları her nevi lisan engellini
kolaylıkla silip geçiyordu. Üçüncü çalıştığımız yer ise organik zeytin çiftliğiydi, zeytin
yağı ve diğer ürünleri üretiyorlardı. Bu çiftliği yöneten Sibel (ve merhum kocası) vardı,
çiftlik biraz daha farklıydı ve at, eşek, koyun, tavuk, köpek, kaz ve kedi gibi başka canlılarda çevredeydi. Hayvanlar çiftlik içinde istedikleri gibi gezinebiliyordu, bazen yemek için gelirlerdi, bazen de çalışan insanlarıizlemeye. Doğa içinde huzurlu ve uyumlu bir yaşam arayanlar için adeta bir cennetti.
Gittiğimiz ülkeler içinde Türkiye en misafirperver ülkelerden biri oldu. Büyüleyici
manzaralar ve harika insanlar, ister fikir soralım,ister yol tarifi ya da otostop yapalım, olmadı kalacak yer istemiş olalım bizi herdurumda destekleyecek insanlar vardı. Pekala
biliyoruz ki sorunumuz her ne olursa olsun bizi öğlen yemeğine, kahve içmeye veya çaya davet edip bir de kendi hikayelerini paylaşmaya hazırdılar, ardından güvende ve yola çıkmaya hazır olduğumuzdan emin olup bize destek oldular. Teşekkürler Türkiye. Yeniden buluşmayı dileriz!
Yazı: Anna Książek ve Andrea Pucci
*Bu yazı Marmara Life Sayı 104’te yayımlanmıştır.