Kadınların şehri demek mümkün Sankt Petersburg’a… Osmanlı’nın topraklarından yola çıkıp, 1.Petro’nun kurduğu, Muhteşem Katerina’nın izlerini hala taşıyan St. Petersburg’un izinden başlayarak bu defa tarihi yaşatan şehirleri anlatacağız. Birçok şey olabilirsiniz; New York, Dubai, San Francisco, Dublin ama bir İstanbul, bir Roma, bir Edirne, bir St. Petersburg olabilmeniz için geçmişe ihtiyacınız vardır. Vergileri artırıp, sermaye bulup, plazalar, alışveriş merkezleri, batı tarzı kafeler ve modern bir hayat kurabilirsiniz. Ama Çehov’un üzerinde hikâye yazdığı bir köprüye sahip olamazsınız. Bazı şehirler insan medeniyetinin ayak izlerini taşır, öğrenmek isteyen için yaşayan bir kütüphanedir. İstanbul, Roma ve Petersburg gibi şehirler içlerinde binlerce yıllık şehir eserlerini taşır. Nasıl altyapılar yapıldı, şehre su nasıl taşındı, evler nasıl ısıtıldı, sanat ve
edebiyat nasıl gelişti gibi soruların cevaplarını ve daha birçoğunu bu hayat kitabını gezerek okuyabilirsiniz.
ZAMANDA YOLCULUK …
Ben de ilginç tesadüfler sonucu kitabı çok orta yerinden okumaya başladım ve macera beni uzun bir yolculuğa sürükledi. Bu satırları Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur’da yazıyorum ama size burayı değil, yolculuğun başlangıcını anlatacağım. Gezerek okuduğum kitabı size özetlemeye çalışacağım.
Peki, beni bu yolculuğa hangi ilginç tesadüfler götürdü dersiniz? Bundan yaklaşık bir ay önce İstanbul’un Doğu Roma imparatorluğu mirası Su Sarnıcını fotoğraflamış, Mimar Sinan’ın İstanbul’a su getirmek için yaptığı su kemerlerinin fotoğraflarını çekmiştim. Su kemerlerini araştırırken, şehre su getirmek için izlenen yolları takip ettim, aynı yollardan Roma ve Osmanlı medeniyetlerinin kuruluş hikâyelerine daldım. Bu fotoğrafları çektikten bir hafta sonra ise Burdur’a bir yolculuk yaptım. Denizli – Antalya yolu üzerinde bulunan Burdur’un Gölhisar ilçesine tepeden bakan bir antik kent var burada, adı Kibyra… M.Ö. 4. veya 3. yılda kurulduğu sanılan kentin bugüne
ulaşan bütün kalıntıları, M.S. 23’lerde başlayan Roma dönemine ait eserler. Ama kentte o döneme dair bir stadyum, büyük bir tiyatro, bir pazar yeri, meclis binası, hamam ve bir müzik okulu olan Odeon mevcut. Altyapısı ince detaylarla yapılmış ve kanalizasyon yapısı bugüne kadar gelmiş bu kadar büyük ve modern bir kentin bir zamanlar Gölhisar’ın tepelerinde büyüyüp geliştiğine inanamıyor insan.
BURDUR’DAN LETONYA’YA …
İki gün sonra uçağa atlayıp oradan Letonya’nın başkenti Riga’ya ve Estonya’nın başkenti Tallinn’e uzandı yolculuğum. Bu iki Baltık şehri de 12. yüzyılda önemli birer ticaret ve liman kentleriymiş. Ama farklı zamanlarda Almanlar ve Rusların hâkimiyet mücadelesi verdiği şehirler olmuşlar. Belki başka bir dosya konusunda uzun uzun anlatılacak hikâyeleri var ikisinin de. Bu iki şehrin kaderi Çarlık Rusya’sı döneminde St. Petersburg’dan belirlenmiş. Petersburg her ne kadar bir Baltık denizi başkenti olsa da onu etkileyen asıl şehir ise Roma, tıpkı İstanbul gibi… Ama bir farkla; Ruslar Petesburg’u inşa ederken, Batıya duydukları hayranlıkla, Roma İmpartoluğu yapılarından ilham alıyorlarmış. Ve o dönemde Romalılar, İstanbul’u inşa ediyorlarmış.
İKİSİ DE BİR ZAMANLAR BAŞKENTTİ
İstanbul ve St. Petersburg’u bir birine bağlayan çok şey var. Osmanlı ile Rusya, Petersburg’da ve İstanbul’da verilen kararlarla birçok savaşta karşı karşıya geldiler. Hepimizin bildiği Prusya savaşı, hani şu meşhur Baltacı Mehmet Paşa’nın zaferle çıktığı savaş bunlardan bir tanesi ki, hala St. Petersburg’da hikâyesi yaşatılıyor. Ama biz Cumhuriyet’ten sonra başkenti Ankara’ya taşırken, Rusya’da da 1917 Sosyalist devrimden sonra başkenti Moskova’ya taşıdılar. Şimdi St. Petersburg ve İstanbul, ülkelerinin en gösterişli şehirleri olarak geçmişle bağlarını koruyorlar. Ve her ikisi
de dünyanın en değerli şehirleri listesinde sarsılmaz bir yere sahipler. Tarihi eserlerini ve geleneklerini yaşattıkları sürece, zaman geçtikçe de bu özelliklerini değer katarak yaşatmaya devam edecekler.
PEKİ, ST. PETERSBURG ?
Ama St. Petersburg İstanbul kadar derin bir geçmişe sahip değil. İstanbul’un medeniyet tarihini sadece Roma’dan itibaren alsanız bile yaklaşık 1700 yıllık bir geçmişten bahsedersiniz ki şehrin hikâyesi bundan çok daha eski. Oysa Petersburg taş çatlasın 400 yaşında, lakin tarihi yapıları koruma hususunda bizden çok daha başarılı.
Şehir, 1703 yılında I. Petro tarafından kurulmuş. Petro, Avrupa şehirlerinden ilham almış ve şehir plancılarından şehri bir inci gibi işlemelerini istemiş. Venedik’i andıran kanalları, Roma’yı hatırlatan Katedrali, her binanın üstünü süsleyen heykelleri ve rengârenk evleri ile Doğu Avrupalı enfes derecede güzel bir şehir burası. Rus Müzesi, Admiralty, Kazan Kilisesi şehrin simgesi haline gelmiş Spilled Blood Kilisesi gibi daha yüzlerce gezilecek yer var burada ve hepsi de Rus tarihini, şehrin gelişimini anlamak adına önem taşıyor. Burada muhakkak gezilmesi gereken; Çarlık ailesinin de sarayı olan Hermitage Müzesi. Buraya çar ailesi tarihin en görkemli sarayını yaptırmış, Hermitage. Ama saray da saray hani. Altın varaklı odalar, Da Vinci’den resimler, heykeller, koleksiyonlar ve daha binlercesi. Her odası ayrı bir renk, ayrı bir görkem ve azamet. Burayı gezince Osmanlı Sultanlarının ne kadar mütevazı bir hayat yaşadıklarını idrak ediyorsunuz.
YENGEMİZLE DE TANIŞTIK
İçeride Kahire Müzesi’nde bulunan kadar Mısır eseri de var. Burayı dolaşırken aklıma ilk gelen şu oldu, “Mısır’ı da yağmalamayan kalmamış. İtalyanlar ve Fransızlar başta tabii, tarihi eserlerini kaçıra kaçıra bitirememişiz.” Bu düşüncelerle yol alırken Türkçe bir ses duyuyorum, Türk bir gruba, Rus bir rehber sarayı gezdiriyor. Peşlerine takılıyorum. Bir yerde “Birazdan size Baltacı Mehmet Paşa ile adı çıkan kraliçe Katherina’nın fotoğrafını göstereceğim ama erkekler bakmasın, yoksa âşık oluyorlar” dedi.
Teker teker Çar ve Çariçe fotoğraflarına geçerken bıyıklı ve tombul bir kadının yanına geldik ve rehber “Evet… Sizi yengenizle tanıştırayım. Bu Baltacı ile adı çıkan Katherina… Gördüğünüz gibi biraz şişman ve bıyıklı. O zamanlar Baltacı 78 yaşındaydı, demek ki, böyle seviyordu.” dedi gülümseyerek ve arkasından gerçeği anlattı: “Aslında böyle bir şey yok. Katherina o savaş esnasında hamileydi ve asla o cepheye gitmedi. Bu tamamen bir uydurmaca” diyerek sözlerini tamamladı.
SOSYALİZME GİDEN YOL
Ama Rus tarihinin en etkili ismi Katherina değil, Muhteşem Katherina diye bilinen 2. Katherina… Ülkenin topraklarını Karadeniz kıyılarına dayamış politik bir deha olarak bilinen bu kadın Rusya’yı tam 34 yıl boyunca yönetmiş. Rusya’daki tek etkisi ülke topraklarını büyütmek olmamış, sosyal hayatta da devrim niteliğinde kararlar almış, hatta kadınlara eğitim hakkını da tanımış. Kısaca bu ülkeyi kadınlar yönetmiş, onlar
şekillendirmiş ve belki de bugün bu nedenle bu kadar özgürler ve her yerdeler. İnsan bu sarayı hem büyük bir hayranlıkla, hem de büyük soru işaretleriyle dolaşıyor.
Bu paranın, gücün kaynağı ne, nasıl bu kadar güçlü ve ihtişamlı olabildiler? Elbette ki bu lüksün bir bedel ödeyeni vardı, o da halktı. Rusya’da çarlık döneminde Sarayla
halk arasındaki bıçak gün geçtikçe açılmış. Ve belki de, Sosyalizm bu ihtişamın eseriydi. Fakir işçi ve köylüler, Saray’ın saltanatına son vererek, son Çarı ailesiyle birlikte kurşuna dizdirip bir dönemin sonunu getirmişler. Başkenti de, St. Petersburg’dan Moskova’ya taşımışlar. Biz ise başkenti, savunma gibi önemli nedenlerle Ankara’ya taşımışız. Her ne kadar bu iki şehir günümüzde başkent olmasalar da, ülkeleri için önemli şehirler olmaya devam ediyorlar.
Hatta İstanbul bu konuda St. Petersburg’dan çok daha önde, çünkü Türkiye’de ekonomi açısından öncelikli şehir olma konumunu koruyor. Rusya’da ise Moskova her konuda öne çıkmış durumda. Zira İstanbul elindeki tarihi mirasa sahip çıktığı sürece dünyanın en önemli kentlerinden biri olmaya devam edecektir. Aynı geçmişe sahip olamayacakları için ne Dubai, ne Washington ne de St. Petersburg; İstanbul kadar değerli bir eser olmayacaktır.
Yolculuk kitabından şimdilik bu kadar. Kitabın başka sayfalarında, başka şehirlerde görüşmek dileğiyle…
NOTLAR
*Osmanlı padişahları kendilerine saraylar yaptırma ihtiyacı hissetmemişler. Çarlık döneminin St. Petersburg’u ile karşılaştırırsanız İstanbul’daki Osmanlı hanedanının mütevazı bir hayat yaşadığını anlıyorsunuz. Osmanlıdan kalan en önemli eserlerden bir tanesi gerileme dönemi yapıtı olan Topkapı Sarayı…
*St. Petersburg’ta gezilmesi gereken yerlerden bir tanesi de Faberge Müzesi. İçerisinde çok sayıda mücevherin sergilendiği Faberge Müzesi’nin önemli eserlerinden bir tanesi de altından yapılma bu at arabası maketi. Çarlık ailesinin mücevherlerinin sergilendiği müze; 1700’lü yılların görkemli Rusya’sını anlamak için iyi bir adres.
*Ünlü Rus şair Puşkin’in büyük dedesi Abram Gannibal Afrikalı bir zenciymiş. Saray tarafından evlat edinilip evlendirilmiş.
St. Petersburg’da modern çağ
St. Petersburg’da en çok dikkatimi çeken şey şehrin temizliği oldu. Tek tük sigara izmariti dışında nerdeyse şehirde hiç kirlilik yok. Nehirlerde tek bir plastik atık yok ki, burada Venedik gibi binlerce kanal var. Rusların alkol tüketimini biliriz. Biz de nedense yoğun alkol tüketenlerin şehri kirletme alışkanlıkları var. Oysa St. Petersburg o kadar temiz bir şehir ki, insan düşünmeden edemiyor, bu adamlar bu kadar çok alkol tüketiyor, hiç mi sarhoş olup orada burada şişe k ırıp, yerleri kirletmiyorlar. Ama yok, ne bir çöp tenekesi
var ortalıkta ne de çöp…
Yazı/Foto: İlyas Yıldız
Bu yazı Marmara Life Sayı 104’de yayımlanmıştır.