“İstanbul Sabahattin Ali’nin romanlarındaki gibi kalp burkan ancak Nazım Hikmet’in mısralarındaki gibi umut içeren bir şehir.”
Türkiye’den ülkeme döndüğümde ilk günü doğup büyüdüğüm şehir olan Chicago’nun Çin mahallesinde geçirdim. Bu mahallede olduğunuzda adeta zaman yavaşlar bu nedenle zihnen rahatlamaya ihtiyaç duyduğumda bu mahallenin sokaklarında dolanırım. Düşüncelerimi toparlamak için bir fincan çay içtim. Karşıdan karşıya geçerken bir belediye otobüsü gördüm, üzerinde ünlü Amerikan yazarlarından birinin sözü vardı: “Chicago her zaman ilginçtir; hiçbir zaman daha önce geçtiğin yerle aynı değildir.” Sessizce otobüsün geçişini izlerken başımla onayladım, ancak bu sözler beni İstanbul’a geri getirdi.
Türkiye benim için yabancı bir ülke olmakla birlikte bir yandan sanki hayatım boyunca tanıdığım biri gibiydi. Türkiye samimi bir kucaklama, güven verici gülümseme, hevesli bir “buyurun” ve “hoş geldiniz” gibiydi. Kedilerle süslenmiş sokakların, kalabalık trafiği olan yolların (Chicago’nun meşhur Lakeshore caddesi trafiğine benziyor), karizmatik pazarcılar ve insanlar her zaman ilginç ve çekiciydi.
İstanbul Sabahattin Ali’nin romanlarındaki gibi kalp burkan ancak Nazım Hikmet’in mısralarındaki gibi umut içeren bir şehir. Bazen Chicago sokaklarında değişik insan kalabalığı arasında yürüken kendinizi kayıp bir ruha benzetebilirsiniz, tepeden bakan dev gökdelenler, keskin rüzgar. Chicago’nun affetmez bir inadı vardır, bu da onu nostaljik, hayat ve tarih dolu yapar. Oysa Türkiye’de dostlar arasında yer bulan bir ruh olursunuz. Galata Kulesi’nden sarkıp, Üsküdar sahilinde çay içerken ya da Eyüp Merzarlığını ziyaret ettiğinizde bir yandan tamamen yeni şeyler yaparken bir
yandan tanıdık hisler yaşarsınız.
Taksim Meydanı’na çıkan caddelerde bir başıma dolaşırken yalnızlık çekmediğim kesin. Girdiğim her kitapçıda, her müzik aleti ve kayıtları yapan mekanda, her kafede… Kendime ve Chicago’ya dair birşeyler buldum. Tanıştığım insanlarda, müzikte, hikayelerde, yemek, kültür ve manzarada tanıdık bir his vardı. Sonunda herşeyin bizlerde ve gittiğimiz yerlerde saklı olduğunu anladım. Her ne kadar ülkemden 12 saat uzakta, denizler, kara parçaları ve ideolojilerle ayrılmış olsak da insan olarak bağlarımızın ne kadar güçlü olduğunu anladığımızda biriz. Temel Türkçe bilgi seviyesinde olan bir öğrenci olarak söylemek isteyip de söyleyemediğim çok şey vardı.
Oysa Türkçe ve ben kelimelerden öte anlaşıyorduk. Amerika Birleşik Devletleri dışına seyahat ettiğim ilk ülke Türkiye oldu. Bu harika ülkeden ayrıldığımda, kafa dengim kardeşim, ayrıldığım gün İstanbul’un yağmurlu olduğunu söyledi. Chicago’ya vardığımda da yağmur vardı tepemizde bizleri gözleyen gökyüzü aynı gün bizim için, ülkelerimiz için ve hepimizi saran duygular için ağlıyordu. Hem sevinçten hem de hüzünden ağlıyordu. Türkiye ilginçtir, Türkiye gönül yarasıdır, ama asla ilk gördüğünüzdeki gibi değildir. Güzelliği ve cazibesi her daim değişir. Onu asla unutmayacağım.
Yazı: Adriana Ocanas
*Bu yazı Marmara Life sayı 105’te yayımlanmıştır.