Altay dağları’ndan koptular, Buhara’dan Semerkant’a, Kerkük’ten İstanbul’a, tarihin en nadide şehirlerini inşa etti Türkler, ama bugün Altay dağları’nın eteklerinde çok az Türk kaldı. İşte onlardan bir tanesi hala şaman inancını devam ettiren DUKHA’lar…
Onlar tarihin gördüğü “en savaşçı” topluluktular, demircilikle uğraşır, ata biner, hayvanları evcilleştirir ve dağlarda özgür yaşarlardı. Boyunduruk altında yaşamaktan hoşlanmazlardı, kendi soydaşlarından bile olsa vergi koyana, kural koyana isyan ettiler. Dadaloğlu’nun şiirinde “Ferman Padişah’ın dağlar bizimdir” dediği gibi. Belki de o nedenle kendi kurdukları medeniyetleri de hep kendileri yıktılar. Parçalandıkça boyunduruk altına aldıkları topluluklarının üstünde hâkimiyetlerini kaybettiler. Kurdukları şehirler, savaşlar ve göçler nedeniyle dünyanın en kozmopolit şehirleri haline geldi.
KERKÜK’ÜN ZİNDANINA ATTILAR BENİ
Ama dünyanın en mükemmel askeri sistemini kurdular, etkisi 1000 yıl süren bir ordu geleneğini başlattılar. Batı ile doğu arasındaki bağ, iki kıtayı bir birine bağlayan yollar onların toprağından geçti. Semerkant, Buhara, Kaşgar gibi İpek Yolu üzerinde kurulan orta çağın masal şehirleri yine onların eseri… Ve bugün hiç gündemden düşmeyen Kerkük, Musul gibi şehirleri kurdular. Türküsü bile var “Kerkük’ün zindanına attılar meni, mazlumlar sürüsüne gattılar meni.” Avrasya’nın doğusundaki, Moğolistan’ın Karakurum şehrinden, Avrupa’nın ortasındaki Gagauz şehirlerine kadar, acılarla dolu orta dünyanın gerçek mukimiydi Türkler… Ama maalesef sadece Irak ve Suriye’de değil, Anadolu dışında diğer coğrafyalarda da medeniyetlerini devam ettiremediler ve farklı milletlerin egemenliği altına girdiler ve onların kültürlerinden, inançlarından etkilendiler.
ORTA DÜNYANIN SAHİPLERİ
Bugün bu orta dünyanın gerçek sahipleri, kültür, din, dil ve fiziksel açısından bir birlerinden bir hayli farklılar. Gagauzlar Moldova civarlarında Ortodoks Hristiyanlığı kabul ederken, Macarlar ve Bulgar Slavların arasında kimliklerini kaybettiler. Kafkasya’dan Moğolistan’a kadar yayılan geniş bir topluluk ise Rus egemenliği altında var olma mücadelesi veriyor. Çoğunluğu Müslüman, bir kısmı Hıristiyan, bir kısmı Budist ve bir kısmı da hala Şaman… İşte o Şaman olanlar, ilk zamanlardaki gibi halen dağlarda göçebe yaşıyorlar, kurtları evcilleştiriyorlar, geyik çobanlığı yaparak hayatlarını sürdürüyorlar. Ve halen Türklerin ilk yurdu Altay Dağları civarında yaşıyorlar. Belki de izole bir hayat yaşamaları, şehirleşmemeleri ve göçebe yaşamı devam ettirdikleri için Şamanizm inancını devam ettiriyorlar ve farklı ırkların arasında kaybolup gitmemişler. Onlara Tuva Türkleri, keşif dergilerinin verdiği adla “Dukha’lar” deniyor. 2017 yazında Rus topraklarından Türk dünyasından geçerek Moğolistan’a ve Dukha Türkleri’nin yurduna gittim. Avrupa’ya doğru Hristiyanlaşan Türkler, Kafkaslardan itibaren Müslüman bir kimliğe bürünüyorlar. Kırımlılar, Ahıskalılar, Tatarlar ve Başkurtlar’ın topraklarını geçince Rusya’nın Altay bölgesine ulaşıyorsunuz. İşte bu bölge Tuva Türkleri’nin yaşadığı yer. Bölge Rusya, Moğolistan, Çin ve Kazakistan arasında paylaşılmış durumda.
MOĞOLİSTAN’DAKİ İLK TÜRKLER
Çin ve Rusya bölgelerindeki Tuva yurduna gitmek o kadar kolay değil çünkü sıkı bir devlet denetimi var. En rahat bölge ise Moğolistan topraklarındaki Dukha Türkleri… Ama oraya da ulaşmak kolay değil. Kuzey Moğolistan’ın dağlarında yaşayan Dukha kabilesine ulaşmak için Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur’dan bir günlük bir yolculuk ile Hovsgöl civarındaki Mörön’e gitmeniz gerekiyor. Ben tam 16 saatlik bir yolculuk yaptım bu kasabaya benzeyen Moğol şehrine ulaşabilmek için. Aslında kilometre olarak uzak değil ama yol kötü olduğu için yolculuk uzun sürüyor. Mörön’de bir gün Moğolların Yurt adını verdiği geleneksel çadırdan yapılmış bir “guest house”da (misafirhane) kaldım. Dukha’ları gelişi güzel arayarak bulamazsınız, buralardaki misafirhanelerin sahiplerinden yardım almanız gerekiyor. Yaşadıkları bölge Rus sınırına yakın olduğu için ayrıca özel izin almanız gerekiyor ki bu bölgedeki rehberler izin konusunda yardımcı oluyorlar. Ayrıca belirli bir bölgeden araçların çıkabileceği yol yok, çünkü dağ sırtlarına çıkmanız gerekiyor. Burada da atlı rehberlere ihtiyacınız var, bu ayarlamaları da yine misafirhane sahipleri yapıyorlar.
TÜRK ATTAN KORKAR MI?
Bütün planlama yapıldıktan sonra bir sabah, üç Moğol’la birlikte bir jeeple Kuzey dağlarına doğru yol aldık. Yol olmayan bir coğrafyadan, otlakların, ormanların ve nehirlerin üzerinden, koyun-keçi, yak ve at sürülerini geçerek, dağları tırmanarak kuzeydeki son Moğol yerleşim alanı Ulan Ol’a yol aldık. Bir akşam Ulan Ol’da konakladıktan sonra, ertesi gün 60 km. daha yol alıp yemyeşil bir ovanın ortasında bir yurt çadırına geldik. Orada beni atlı rehberim karşıladı, sütlü çay, etli erişte ikramından sonra yolculuk için atlar hazırlanmaya başladı. Ben Moğol çocuklarıyla oynarken rehberimin sürüden ayırdığı iki ata gözüm takıldı, bir tanesi şaha kalkıp huysuzlaşıyordu. Onu görünce heyecanlanmaya başladım çünkü ataları at sırtında dünyayı fethetmiş bir Türk olarak hayatımda hiç ata binmemiştim. Gözümün önüne atın şahlanışı ve benim ondan düşüşüm geldi bir an. Tabii bu gerginliğe de rehberin sürekli uyarıları eklenince endişe arttı, “Aman dikkat et. Moğol atları güçlü, zapt etmek zor, yuları asla elinden bırakma, atları ürkütme”… Atlı rehberim heybeleri, çantaları hazırladıktan sonra kıyafetime baktı, bunlar çok ince, orada kar var, bu elbiselerle üşürsün” dedi ve bana geleneksel Moğol kıyafetlerinden bir tanesini verdi. Del adı verilen bu kıyafet giyilebilen bir uyku tulumu gibi, gerektiğinde pardösü oluyor, gerektiğinde ise yorgan ve döşek.
VE DUKHA TOPRAĞI
Ata binip yola çıkmadan önce içinde fotoğraf makinasının olduğu küçük çantayı atlı rehbere verdim, makina ile düşersem kırılmasın diye. Atın bağlandığı bir ip var. Rehberim de, ne olur ne olmaz diye o ipi kendi eline aldı. Ve sonra dağlara doğru yol aldık, Dukhalar’ın yanına tam 8 saat at sırtında gittik. Ama at binmeyi bilmediğim için o sekiz saat nasıl oturacağımı öğrenmeye çalışırken işkence içinde geçti. Bedenimdeki acıları bir kenara bırakırsak yol çok güzeldi. Sanmayın ki Moğolistan hep düz step, kuzeyi orman ve otlaklardan oluşuyor. Ormanın içinden, derelerin kenarından yavaş yavaş yukarı yükseliyorsun. Diz boyu otların arasından bir bir renkli çiçek boy veriyor. Yani burası boşuna milli park ilan edilmemiş, zira her tarafta bitki kaçırmanın yasal sonuçlarını hatırlatan uyarılar mevcut. Artık güneş batmıştı ve bedenim de bitmişti ki, kenarlarında hafif kar birikintisi olan bir dağı aştık ve rehberim ileride, Kızılderili çadırlarına benzeyen çadırları işaret etti ve “Tasaangs” dedi. Onların adı Moğolistan’da Dukha değil, Tasaang. Ve Moğollar gibi daire çadırlarda değil, huni şeklinde, birbirine yaslanmış ağaçlarla desteklenen çadırlarda oturuyorlar. Kışın biraz daha altta ormanın içlerine doğru göç ediyorlar, yazın ise ağaçların bile yetişmediği yüksek dağların tepesine. Bu insanlar hep soğukta yaşıyor yani, sıcak nedir bilmiyorlar.
SEYYAHLARIN YENİ GÖZDESİ
Rehberimle birlikte yerleşim alanına geldiğimizde hava alaca karanlık olmak üzereydi. Ufak bir ışık huzmesinin sızdığı çadıra yaklaşıp, çadırın kapısını araladık, büyük bir heyecanla yerlileri karşımda beklerken, sarı bir saç gördüm. “Nasıl yani?” dedi beynim, sarı saç mı? Sonra şaşkınlıkla diğerlerine dikkat ettim, “bir dakika bu tipler Avrupalı” dedim. Şaşkınlığı atıp dikkatlice odaklandım loş ışıklı çadıra ve içeride 3 Fransız, 2 Norveçli ile karşılaştım. Onların dışında çadırın içinde, kabile reisi, uzun siyah saçlı karısı, fırlama küçük oğulları ve utangaç 11 yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Sonraki günler farklı kamp alanlarında daha fazla yabancı gördüm. Ama içlerinden en ilginci ise yine bir Fransız kadındı. Yaklaşık 10 gündür Dukhalarla yaşıyormuş ve hedefi en az üç ay burada kalmakmış. Şamanizmi ve onların yaşam tarzını tam olarak öğrenmek istiyor. Dukha Türkleri ile kar kış demeden, duş olmadan, sıcak bir oda olmadan hep beraber bir çadırda 90 gün geçirmek. Bir kültürü öğrenmek için en doğru yol belki de… Burası çoktan seyyahların durak noktası olmuş, Fransızı, İsveçlisi, Norveçlisi, İsraillisi atlayıp buraya geliyor. Çünkü burası zaman tünelinde geriye gittiğiniz bir yer. Belki de dünyanın son yerli kabilesi Dukhalar. Ve onları görmeye meraklı seyyahlar ise çalkalana çalkalana yapılan yolculuklara, at sırtında zorlu yollara katlanıyorlar. Burası, akşam bavulunuzu hazırlayıp, güzel kıyafetlerinizi giyip, otelde içeceğinizi yudumlayıp, güzel bir akşam yemeği yiyeceğiniz bir yer değil. Yatak yok, tuvalet yok, duş yok, temiz yemek imkânı yok… Dağ başı, tuvalet bütün arazi, duş vadinin ortasından akan dere. Yatak yer yatağı ve yemek Dukhaların sürekli tükettikleri geyik sütü, eti ve ekmek. Peki, neden katlanıyor insanlar? Bir Fransız, sanki taş devri gibi her şey dedi, işte belki de bunun için. Ama bir Türk için çok daha farklı anlamları var buranın. Çünkü onlar bizim atalarımız gibi yaşıyorlar hala ve geçmişimize dair ipuçları veriyorlar.
DUKHALAR’LA TÜRKÇE KONUŞMAK
Peki, ne kadar Türkler? Öncelikle kendileri dâhil kimse bunun farkında değil. İlk akşam Fransızlar gittikten sonra biraz konuşmak istedim. Norveçlilerin rehberi biraz İngilizce biliyormuş, ona Türkçe bilip bilmediklerini sordum. Şaşkınlıkla suratıma bakıp “Nasıl bilsinler ki, onlar Moğol” dedi. Yine de sormasını istedim, reisin karısı bilmediklerini söyledi. Son şansım sayılardı, yoksa bu muhabbet bitecekti. Tek elimi kaldırıp saymaya başladım, bir, iki, üç derken evin en küçük oğlu atladı hemen “peş, aldı, yedi…” O zaman reisin karısı “Haaa dedi, bu Tuva dili. Bizim eski dilimiz.” Tuva dili… Yukarıda bahsettiğimiz, Altaylar civarında yaşayan geyik çobanı Türk toplulukları. Eğitim dili, kentleşme nedeniyle Türkçe’yi yavaş yavaş unutmaya başlayan ama dağlarda izole bir hayat yaşadıkları için bu dil ve kültürü bin yıl boyunca koruyan Türk toplulukları… O nedenle hala Şamanlar.
UNUTULAN DİL, TÜRKÇE …
Dukhalar’da bu dil unutulmaya başlamış, genç kuşak artık hiç bilmiyor. Reisin karısı “Yaşlılarımız çok az bilir bu dili” dedi. Sonraki günlerde yaşlılarla da konuştum. Anlaşabildiğim ortak cümleler “Sening adgın ne? Benim adgım …., Bu menim gızım, nerden gelin” gibi basit cümleler ve sonra rakamlar. Bütün Türk dünyasının en nadide ortak yönü işte bu rakamlar. Ama artık son demleri… Yaşlılar öldükten sonra bu dili bilen bir Dukha kalmayacak. Zaten değişim bir hayli hızlı. Son 10 yılda çok şey değişmeye başlamış. Uydu anteni var her çadırın önünde. Bir de akü ile enerji elde etmişler. Gençlerin elinde akıllı telefonlar dikkat çekiyor. Peki, bu dağın başında telefon çekiyor mu, tabii ki hayır. E o zaman ne yapıyorlar? Müzik kutusu gibi kullanıyorlar. Yani Türklerin bundan 1000 yıl önce nasıl yaşadığını ve nasıl adetlere sahip olduklarını görmek için bunlar son şanslar. Belki de genç nesil ren geyiği çobanlığını bırakıp yakın zamanda kentlere yerleşip Moğolların arasında karışıp gidecekler. Peki, bu Dukhalar ne yapıyor? Sabah kalkıp geyikleri sağıyorlar, sonra onları ikişerli bağlayıp doğaya salıyorlar. Burada geyiklerin yemekten keyif aldığı, çalımsı bir bitki var, geyikler onlarla beslenirken Dukhalar kendi hayatlarına dönüyor. Erkek çocuklar at sırtında hayvanlarla ilgili işler yaparken kızlar geyiklerin yatak yerini temizliyor. Anne ve babalar ya yemek pişiriyor, ya da yatıyor. Akşam geyikler gelince aynı işe devam ediyorlar, süt sağımı, geyikleri ayrıştırma, tuzla besleme, yavrularla ilgilenme vb… Ben de insanlarla konuşmanın yanı sıra, bol bol fotoğraf çektim, sonra derede küçük, fırlama bir çocuk ile balık tuttuk, derede duş aldım, geyiğe bindim, yalandan Dukhalara yardım ettim. En zor olanı ise geceleri idi. Güneş batınca hava resmen buz kesiyor. Sabaha kadar sobanın yanmasına rağmen rehberimin bana verdiği Moğol giysisi olmasa donacakmışım.
KADINA VE DOĞAYA VERİLEN DEĞER
Peki, ne kadar geleneklerini koruyorlar? Her vakit Şamanizm ayini göremiyorsunuz. Çünkü onlarla birlikte Şaman ayinine katılabilmeniz için Fransız kız gibi en az bir ay yanlarında kalıp önce güvenlerini kazanmalı ve sonra da ayin için hazırlanmalısınız. Ama Anadolu Türkleri gibi Moğollarda da taş atılan dua tepeleri, çaput bağlanan ağaçlar, çadır içi süslemeleri mevcut. Ayrıca Dukhalar inançları gereği doğaya zarar vermiyorlar, derelere saygı duyup kirletici şeyler kullanmıyorlar, cinsiyet ayrımı yapmıyorlar, kadınlar ve erkekler aynı düzeyde eşit muamele görüyorlar ve kadın ana olarak belirleyici ve de baskın. Yaşadığım en ilginç deneyimlerden bir tanesi yine dille ilgiliydi. Samsa adında bir ihtiyar Türk olduğumu ve Türkiye’den geldiğimi öğrenince benimle Türkçe konuşmak istediğini söyledi. Unutulmaya başlayan eski dilini Asya’nın en uç noktasından kopup gelen bir Türkle konuşabilmek ona heyecan vermişti. Ama bu yaşlı adam belki de bu dili bilen son temsilci. Teknoloji, turizm ve eğitim sistemi yaygınlaştıkça Tuva dili, buradaki Türk adetleri, gelenekleri, inançları Dukhaların evcil geyikleri gibi tarihin derinliklerinde kaybolup gidecek. Ve Altay dağlarının eteklerinden Türk izleri silinecek. Dukhalarla 3 gün geçirdikten sonra dağdan inme günü gelip çattı. Giderken binmeyi bilmediğim Moğol atına dönerken dörtnala koşturarak geldim. Artık öğrenmiştim, atla senkronize hareket etmem gerekiyor ve yular da atın direksiyonu gibi, durdurmak istediğinizde yuları sertçe çekiyorsunuz. Anlıyorsunuz, bazen acı, öğrenmeye giden yol oluyormuş.
NOTLAR
TUVA VE TURAN…
Moğolistan’ın aksine Rusya sınırları içinde Tuva Türkleri daha yaygın ama Moğolistan’daki kadar tanınmış değiller. Moğolistan’da sayıları yüzlerle sınırlıyken Rusya’nın Altay sınırları içinde 250 bin civarında Tuva Türkü’nün yaşadığı tahmin ediliyor. Daha çok Şaman olan Tuvalar Moğolistan’daki Dukhalar’dan daha fazla şehirleşmiş durumdalar. Kızıl, Turan gibi bugün Türk dünyasının ortak değer kabul ettiği isimler, Tuvalar’da şehir adları. Kızıl Elma ve Turan ülküleri bu nedenle Ruslar için bir hayli tehlikeli kelimeler.
TÜRKLER’İN TİPLERİ
Kimi sarışın mavi gözlü, kimi çekik gözlü, kimi bir Akdenizli gibi… Peki, gerçek Türk hangisi? Kaynaklar ilk Türklerin daha çok geniş suratlı, açıkgözlü, esmer tipler olduğunu gösteriyor. Ne Çinliler kadar çekik, ne Ruslar kadar sarışın, ne de Akdenizliler kadar esmer… Ama göç ettikleri bölgelerin iklimi ve evlilikler nedeniyle fiziksel tipleri göç ettikleri coğrafya ile uyum sağlamış durumda ama dil ve kültürel benzerlik hala çok baskın.
SUYUN İLK KAYNAĞINDA YAŞAM…
Dukha aileleri yükseklerde yaşadığı için neredeyse suyu kaynağından elde ediyorlar. Toprağın birçok noktasından suyun çıkışını ve dereye toplanışını görüyorsunuz. Nehirler genelde elinizi sokamayacağınız kadar soğuk ve rahatça içebileceğiniz kadar temiz.
DUKHALAR NE YER ?
Dukhalarla kaldığım süre zarfında en çok yediğim yemek et oldu. Sabahları sütlü çay, öğlene doğru sobanın üzerinde haşlanan et suyu, içine erişte ve et atılarak hazırlanıyor. Bazen eriştenin yerini pirinç alıyor ama bu yemek sürekli yeniyor. Bunun dışında geyik sütünden yaptıkları ve güneşte kurutulmuş sert bir peynir her misafirlikte ikram ediliyor. Ama sütlü, içine tuz atılmış çay ise nerdeyse su yerine içiliyor. Nerdeyse hiç vitamin tüketmiyorlar ama çocuklar gayet sağlıklı görünüyor.
SAYILAR VE TÜRKLER
Türkler gittikleri birçok bölgede mevcut dillerden etkilenmişler ve bölgedeki halklarla karışmışlar. Bu dil ve kültürde farklılaşmalara sebebiyet vermiş ama bütün Türk dünyasının en ortak yönü sayılar olmuş. Rusya’da bir pazar yerine girdiğimde, benimle ısrarla Rusça konuşmaya çalışan bir Özbek’e sayılarla cevap verince hemen Özbekçe diline dönüş yaptı. Uygur’dan Tuva’ya, Yakut’tan, Tatar’a kadar her Türkle sayılar vasıtasıyla anlaşabilirsiniz.
TSAATAN MI, DUKHA MI?
Moğolistan’da Dukha deyince kimse size yardımcı olmuyor çünkü onları Moğollar, Tsaatan insanları olarak biliyor. Kuzeyde Moğolistan’da iki farklı bölgede iki ayrı topluluk bulunuyor. Her bir topluluk ortalama 7-8 aileden oluşuyor ve bu aileler bir birlerinden 2-3 km. mesafelerde çadırlar kurarak geyik çobanlığı yapıyorlar. Kuzey’de, yol olmayan dağlardaki Dukhalara ulaşmak için meşakkatli bir yolu göze almalısınız. Ama bu kadar zor bir yolculuğu göze almak istemeyen turistler için Moğollar turistik Hövsgöl civarına geyik getirmişler ve isterseniz onlarla fotoğraf çektirip geri de dönebilirsiniz.
ŞAMANİZM VE TUVALAR…
Tengricilik ve Şamanizm… Her ne kadar aynı olmasalar da bir birine çok yakın olan bu iki inanç Türklerin tarihsel inancı olmuş. Yer, gök ve yerin altı, doğaya saygı ve ölülerin ruhlarına saygı gibi kavramları yücelten Şamanizm, doğa ile uyumlu bir hayatı kabul ediyor. Ama Budizm’in Güney Asya’dan Kuzey ’e doğru yaygınlaşması ile bazı Türkler şaman ayetleri ile Budizm’i karıştıran bir inancı benimsemişler. İslamiyet ile tanışma sonrası ise birçok Türk topluluğu gök tanrı inancı ile yakınlığı nedeniyle İslamiyet’i tercih etmiş. Tatarlar gibi bazı Türk topluluklarının İsla inancına geçmeleri ise 1200’lü yıllara kadar uzamıştır. Tuvalar gibi, Sibirya ve Moğolistan sınırları içindeki az sayıdaki Türk topluluğu halen Şaman’dır. Lakin, Şamanizm inanç olarak uzaklaşsa da Anadolu da dahil her Türk topluluğunda, gelenek ve ananelerin arasına gizlenerek yaşamaya devam ediyor.
TUVALET İHTİYACI NASIL GİDERİLİR?
Son yıllarda Dukha kabileleri ziyaret patlaması yaşıyor. Belçikalı, Fransız, İsveçli, Maltalı, İsrailli birçok gezgin, onlar yok olmadan görmek istediği için bölgeye akın ediyor. Peki, Çum adını verdikleri çadırdan başka barınak bilmeyen Dukhalar, turistlere ne sunuyor dersiniz? Tabii muhteşem bir doğa ve bozulmamış gelenekler. Bunun dışında bir duş ve tuvalet yok. Tuvalet ihtiyacı geniş bozkırlar için gayet yeterli ama zor olanı duş. Doğal olarak duş almak istediğinizde soluğu derede alıyorsunuz. Her an birilerinin gelme korkusunu bir kenara bıkarsanız, buz gibi suyun her hücrenize enerji verdiğini keyifle hissediyorsunuz. (Ben de o derede yıkandım ve su daha önce hiç bu kadar ferahlatıcı gelmemişti.)
»Dukhalar, Moğolistan’da Tsaatan insanları olarak bilinir.
» Bir zamanlar binlerce Dukha’nın gezdiği Moğol dağlarında 40 civarında ailenin kaldığı sanılıyor.
» Şaman inancını halen devam ettiriyorlar.
» Tuvaların geleneksel çadır şekline Çum adı verilir.
» Her ne kadar dilimize Dukha olarak yerleşmeye başlasa da, Duha olarak da söylenir.
» Duha kelimesinin Tuha’dan, Tuha kelimesinin de Tuva’dan evirildiği sanılıyor.
» Tsaatan Moğolca ren geyiği çobanı anlamındadır.
Yazı ve fotoğraflar: İlyas Yıldız
*Yazının devamını Marmara Life Kasım-Aralık 2017 sayısında bulabilirsiniz.
Marmara Life Kasım-Aralık 2017 sayısı tüm seçkin kitabevleri ve bayilerde.