4 nesildir başarıyla yönetilen ve 100 yılı geride bırakan dinamik bir geçmişe sahip olan Uludağ İçecek, bu sürdürülebilirliği geçmişe gösterilen hürmet ve vefaya borçlu…
Biz de Marmara Life ekibi olarak Bursa’nın maden suyundan beslenen ve içecek pazarından kopmayan, marka algısını yıllar geçtikçe güçlendiren, değişmeyen ve yıllar geçse bile lezzetini korumayı başaran Uludağ’ın sektördeki durumunu ve başarısının sırrını Uludağ İçecek Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet H. Erbak’a sorduk. Erbak, aile şirketlerini geleceğe güvenle taşımak isteyen tüm kurumlara kendi hikâyelerinden önemli ipuçları sunuyor…
Uludağ İçecek’in geçmişinden bahseder misiniz?
Uludağ İçecek gerçek bir Anadolu sermayesi hikâyesi. Şirketimizin tarihi 1870 yılında kurulan Keşiş Maden Suyu İşletmesi’ne dayanıyor. 1877 yılında saraya mensup ailelerden Talat Paşa ve Fuat Bey, Fransız yatırımcı ile birlikte Keşiş Dağı Maden Suyu’nu, o günün koşullarına göre endüstriyel olarak ilk kez şişeleyip satışa sunmuş. Fuat Bey’in ölümü üzerine Keşiş Dağı Maden Suyu’na ait hisseler Sıtkı Bey’e, Fransız ortağın hisseleri ise İtalyan yatırımcı Signor Parrodi’ye geçmiş. Padişah Sultan Mehmet Reşat Han tarafından Osmanlı İmparatorluğu döneminin ilk maden suyu işletme imtiyazı da Keşiş Dağı Maden Suyu’na verilmiş. 1925 yılında Keşiş Dağı’na bir tırmanış gezisi düzenlenmiş. Geziye katılan heyette bulunan Dr. Osman Şevki, dağın ululuğu karşında büyülenerek “Ne ulu dağ” demekten kendini alamamış ve Ankara’ya döndüğünde bir rapor hazırlayarak dağın adı da “Uludağ” olarak değiştirilmesini teklif etmiş. 1926 yılında yapılan çalışma sonucunda Keşiş Dağı Maden Suyu’nun adı da “Uludağ Maden Suyu” olarak değiştirildi. Uludağ İçecek; 1930 yılında Mehmet Hakkı (Erbak) Bey tarafından kurulur, meşrubat dünyasında önemli bir yer edinmeye kararlı olan Nuri Erbak ise 1933 yılında efsanevi Uludağ Gazozu’nun formülünü bulur ve Uludağ Gazozu’nun üretimine başlar. Bu yıllarda Erbak, gazoz dağıtımını tek atlı, iki adet at arabasıyla yapar. Bir kasa gazozun fiyatı ise 36 kuruştur.
4 kuşaktır başarıyla yönetilen ve 100 yılı geride bırakan dinamik bir geçmişiniz var. Uludağ İçecek bu sürdürülebilirliği neye borçlu?
1870’te maden suyu fabrikamızın yer aldığı arazinin satın alınmasından bu yana 147 yıl geçtiğini görmek gerçekten gurur verici. Bu kadar uzun ömürlü bir aile şirketi olmamızın arkasında pek çok faktör var. Ama en önemlisi insanları ve insanlara duyduğumuz saygıyı işimizin merkezine yerleştirmemiz. Bir diğeri ise işini severek yapmak. Her ikisi de dört kuşaktır iş felsefemizin temelini oluşturuyor. Ailemizin ve birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın bu meslek aşkı olmasa bulunduğumuz konuma ulaşamazdık. Yaptığınız işi sevmek ve markalaşma nesilden nesile intikal edince işletmeler sağlam temeller üzerine inşa edilebiliyor. Ayrıca ürünlerimizle sahip olduğumuz rekabet gücünü, çok değerli bir mirasa sahip olmanın avantajını, değişime ayak uydurarak değerlendirmemize borçluyuz. Bazı markalar yenilenir, çeşitlenir ama asırlar boyu yok olmaz, aksine hayatımızdaki yerini daha da güçlendirir. Biz de o markalardan birini Türkiye’de, tamamen kendi kaynaklarımızla yaratmış olmanın gururunu yaşıyoruz.
Önceki 2 kuşağın yönetim stratejilerinden size miras kalanlar neler?
Uludağ İçecek’in köklü kurum kültürü, bilgi birikimi ve kuşaklar boyu aktarılan geleceğe adanmışlık var. Sanırım en önemlisi bir aile şirketi olarak varlığımızı sürdürüyor olsak da kurumsal bir aile şirketi olmayı başarmak. Bugün 1319 çalışanımız var, onlarca bayimizi ve satış noktamızı da işin içine kattığımızda aslında kurumsal ve çok büyük bir aileyiz. Gerektiğinde işi profesyonellere emanet etmek, onlara kulak vermek, en iyisini bildiğini düşünmemek büyüklerimizden bize kalan en önemli tavsiyeler. Diğer taraftan bizler çıraklığını yapmadığımız bir işin ustası olmaya çalışmayız, büyüklerimizden böyle öğrendik. Şahsen benim çocukluğum şeker çuvallarının arasında büyüyerek geçti. Kamyon kasalarından kimse indiremezdi beni. Ama işini layıkıyla yapmanın sırrı da arkasında yatan emeğin değerini öğrenmekten geçiyordu. Fabrikada her işi yapmaktan hiç gocunmadım. Dolayısıyla bu da benim için çok kıymetli bir miras diyebilirim. Bugün ailemizin yeni kuşaklarını da aynı şekilde, benzer bir iş terbiyesiyle yetiştiriyoruz, mümkün olan ve eğitimlerine uygun her kademede yer <almalarını sağlıyoruz. Kaliteden ödün vermemek ve bunu yaparken de her zaman yenilikçi bir yaklaşım benimsemek işin bir başka tarafı. Her günün ihtiyacını doğru okumak ve daha fazla neler yapabileceğimize bakmak. Bunlar büyüklerimizden öğrendiğimiz ve bugün de aklımızın köşesinde tuttuğumuz önemli başlıklar.
Rakiplerinizle olan durumunuzu nasıl tanımlarsınız. Bu pazardaki zorluklara neler?
Türkiye’de paketlenmiş su sektörünü hariç tutarsak alkolsüz içecek tüketimi, özellikle ABD ve Avrupa ile kıyaslandığında, oldukça geriden geliyor. Özellikle yüksek mineralli doğal maden suyu tüketimi beklentilerimizin çok altında. Türkiye’de maden suyu tüketimi kişi başına 8-10 litre iken, bu rakam Avrupa’da 180 litrelere kadar çıkıyor. Dolayısıyla içerisinde yüksek mineraller barındıran maden suyu tüketiminin ülkemizde aslında çok önemli büyüme kapasitesi bulunuyor. Alkolsüz içecek tüketimine baktığımızda da Türkiye’de 2016 yılında bir önceki yıla göre tüketim
miktarında %19 daralma görmekteyiz. Bu noktada pazarın hem tüketim alışkanlıkları hem de segmentler açısından hala gelişmeye açık pek çok noktası olduğunu söyleyebiliriz. Uzun yıllardır özellikle küreselleşmenin de etkisiyle uluslararası şirketler Türkiye pazarına girme, global şirket ve yüksek finans gücüne sahip olmanın etkisini kullanarak, yaygın bir tanıtım atağı ile pazardaki konumlarını sağlamlaştırma ve tüketicilerin hayatında bir yer edinme şansı buldular. İnovasyonun bir diğer bacağını da tüm dünyada artan sağlık bilinci oluşturuyor. Hatta bu sebeple uzun yıllardır zirvesinde olduğumuz maden suyu kategorisinde de tüketim alışkanlıklarının değişmesiyle birlikte bir büyüme gözlemliyoruz. Bu değişim uluslararası arenada şirketlerin reformülasyon konusunda yoğunlaşmasına sebep oluyor. Pazarda çok sayıda oyuncu var ama burada nitelik olarak ayrıştığımızı düşünüyorum.
‘Yeni bir alanla işimizi büyütelim’ planı var mı?
İçecek kategorisinde yeni ürünler yaratmak ve farklı lezzetler arayan tüketicilerin ihtiyaçlarına yönelik farklı ürünler oluşturmak için sürekli olarak Ar-Ge çalışmaları yapıyoruz. Çünkü inovasyon tarafında tüketicilerin ihtiyaç ve beklentilerini doğru okuyanların kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu sebeple de, biliyorsunuz, Uludağ İçecek geçen Haziran ayında yüz yılı aşan tarihinde ilk kez içecek dışında bir ürün ile tüketicilerinin karşısına çıktı. Uludağ Premium markası altında bir marka genişlemesiyle lansmanını yaptığımız Uludağ Premium Cilt Bakım Spreyleri de
Uludağ İçecek’in inovasyon odaklı bakış açısını göstermesi açısından önemli bir adım. Ancak bu adımı kozmetik alanına girmekten ziyade, maden suyunun değerinin ve faydalarının daha iyi anlaşılması için attığımızı da not etmek isterim.
Notlar
- 1930’lu yıllardan 1946’ya kadar at arabası ile dağıtım yapan Uludağ markası, şimdi ürettiği mamulleri konteynerlerle yurt dışına göndererek ihraç ediyor.
- Nuri Erbak, 1930 yılında meşrubat işine babası ile birlikte girdiği zaman kendine has gazoz formülü bulmuş. O günden bu yana o formül devam ediyor. Tabii bu aile içinde bir gelenek ve mahremiyet gerektiriyor…
- 1966 yılında orijinal Uludağ şişelerinde ilk kez üretim yapıldı. 1975 yılında franchising sistemiyle Hollanda’da ve Almanya’da gazoz üretilerek tüm Avrupa’ya pazarlandı. 1978 yılında ise Türkiye’de ilk kez aile boyu diye tabir edilen 1 litre cam şişenin içinde gazozlar, görücüye çıktı.
- Cam şişenin ardından Uludağ markası, 1981 yılında Türkiye’de ilk kez 1 litrelik pet şişeyi üretti ve pazara sundu. Bu atılımla birlikte dünyada ilk kez 1 litre pet şişede doğal maden suyu üretimine geçildi.
Röportaj: Dilara Gülşah Azaplar / Fotoğraf: Nurdan Usta
*Bu yazı Marmara Life Mart- Nisan / 2018 sayısında yayımlanmıştır.