İstanbul’u hayatımda ilk kez Nisan 2017’de ziyaret ettim. Üç gün kaldım ve bu sürenin İstanbul’un güzelliklerini keşfetmeye yetmediğini hissediyorum. Bu nedenle bir kez daha ziyaret etmeyi düşünüyorum…
İstanbul’un büyüleyici kültürüne ve lezzetli yemeklerine gerçekten hayran kaldım. Sadece bunlar da değil, sokaklar, yüksek ve eski ağaçlar hepsi adeta birer hikaye anlatıyordu, ayrıca ılıman havası da İstanbul’u etkileyici bir yer haline getiriyor. En gözde yerleri gezdiğim için şanslıydım, bu da şimdiye kadar gezdiğim şehirler içinde İstanbul’u benim favori şehrim yaptı. Türk arkadaşlarımla bu şehri gezdiğim için seyahat deneyimim gerçekten harikaydı.
AYASOFYA
Bana göre Ayasofya, İstanbul’un en önemli simgelerinden biri. Bir zamanlar katedralken sonradan camii oluyor ve geçen yüzyıllarla birlikte müzeye dönüşmüş ama bu önemli değil. Tarihi ne olursa olsun, İstanbul’daki diğer camiler gibi çok güzel minareleri var. Buradaki avizeleri çok beğendim, yeteri kadar romantik ve zariflerdi. Kesinlikle ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri olduğunu düşünüyorum ve bir şey daha eklemek istiyorum; iyi fotoğraf çekmek ve hatıralar edinmek için mutlaka sabah saatlerinde ziyaret edilmeli.
SULTANAHMET CAMİİ
Sultanahmet camii Ayasofya’nın tam önünde bulunuyor. Camiyi bir Cuma günü ziyaret ettim ve böyle bir yerin namaz vakti ziyaret edilememesini ilginç buldum. Bu nedenle ziyaretçilerin iyi bir planlama yaparak gitmesini öneririm. Mimarisinden oldukça etkilendim, el yapımı mavi çiniler caminin iç duvarlarını süslüyor ve gece olduğunda camii ışıkla maviye boyanıyor. Beş ana kubbesi, altı minaresi ve sekiz yan kubbesi bulunuyor.
Caminin içinde yer alan birçok lamba eskiden altın ve değerli taşlarla bezenmiş. Cam fanusların arasında bazen bir tavus kuşu yumurtasına bazen de bir kristal küreye rastlayabiliyorsunuz. Cami turistlerle dolup taşıyordu, ama hatırladığım kadarıyla caminin içinde her şey çok temiz ve sessizdi. Turistler de caminin kurallarına aynı hassasiyetle uyuyordu.
TOPKAPI SARAYI
Topkapı Sarayı şimdiye kadar gördüğüm saraylar arasında en büyük ve en meşhur, tarihi ve olağanüstü olanıydı. Türk arkadaşlarım bu sarayın 1466 ile 1478 yılları arasında, kuzeyde Altın Boynuz’u (Haliç), güneyde Marmara Denizi’ni, kuzey doğuda Boğaziçi’ni ve Anadolu Yakası’nı görecek şekilde Sultan II. Mehmet (Fatih) tarafından yaptırıldığını söylediler. Saray deniz kıyısına yakın ve Dolmabahçe Sarayı’nı yaptıkları zamana kadar, 15 ile 19. yüzyılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun politik merkezi olmuş. Mimarisi baskın olarak Orta Doğu’yu yansıtıyor. İlk yapılan yapı Çinili Köşk olmuş, 1472 yılında bitirilen çinilerle kaplı bir köşk ve ana giriş (Bab-ı Hümayun) Sultanahmet Camii ve Ayasofya Müzesi’ne bakıyor.
KAPALI ÇARŞI
Pazarlık yapmanın şehrin kültürel tarihinin bir parçası olması sanırım bu şehirle ilgili en iyi şey. Kapalı Çarşı’da alışveriş yapmak çok hoşuma gitti. Zaten alışveriş de benim en sevdiğim hobim. Nadir, ilginç, narin ve parlak eşyalar görmek ve onlara dokunmak gerçekten büyük bir aşk. İtiraf etmeliyim ki, alışveriş yaparken kayboldum, çünkü Kapalı Çarşı gerçekten çok büyük ve içeri girmek ya da dışarı çıkmak için birçok kapısı var. Alacaklarım konusunda kafam çok karıştı, çünkü birçok farklı ve kaliteli ürün buldum. Sonunda Kapalı Çarşı’da alışveriş yapabildiğim için kendimi çok mutlu hissettiğimi söylemeliyim. Hayatınızda bir kez olsun İstanbul’a gelmelisiniz. Aile ve arkadaşlarınızla ekonomik tatilinizi burada geçirin ve çok güzel anılar edinin. Ben İstanbul’a bir sonraki seyahatimi şimdiden planlıyorum. İstanbul’da görüşmek üzere.
YEMEKLER
Lezzetli kebaplar yemeği sevdiğim için Karadeniz’in İstanbul’daki en favori restoranım olduğunu söylemeliyim ve Türkiye lezzetli yemekler yenebilecek en iyi yerlerden. Neyse, herkesin kendi sevdikleri ve sevmedikleri olduğuna göre, Türkiye’de de bu nedenle çok farklı kebaplar var. Örneğin; şiş kebap, pideli kebaplar ve pişmiş kebaplar. Benim en sevdiğim ise İskender kebap oldu. Çünkü bu yiyecek leziz et parçalarından oluşuyor, tereyağlı domates soslu ve pide üzerinde yoğurt ve biberle yeniliyor. Anlatımı bile kulağa çok lezzetli geliyor.
Yazı: Milena Shehu
*Bu yazı Marmara Life’ın Mart-Nisan 2018 sayısında yayımlanmıştır.