Kalabalıklaşan şehirler ve milyonlarca insan, dar bir alanda sürdürülmeye çalışılan yaşam ve topraktan uzak nesiller. Peki, sizce şehir parkları kurtuluş için bir seçenek olabilir mi?
İnsanoğlu avcılık, toplayıcılık ve tarım toplumu derken başka bir evreye geçiyor; market toplumu… Toprağa dokunmadan, tarlada gıda yetiştirmeden, doğada hayvan otlatmadan, bilgisayar başında oturarak tarlanın ve doğanın nimetlerini paketlenmiş bir şekilde elde etmenin keyfini sürüyor. Ancak üretim sürecine şahit olmadan ve bilmeden toprağın nimetlerinden faydalanmak aynı zamanda insan için bir yabancılaşma sorununu beraberinde getiriyor. Artık her birey Marx’ın sanayi toplumunun işçisi gibi yabancılaşma tehdidi ile karşı karşıya. Lakin çocuğun anneden uzaklaşması ne kadar büyük bir sorun ise insanın da doğadan uzaklaşması benzer psikolojik sorunların ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor ve kentli hastalığı dediğimiz, stres, depresyon gibi psikolojik sorunlarla birlikte, toprakla tanıştırılmayan bağışıklık sistemi güçsüzleşip tehditlere açık hale geliyor. Peki ya çözüm? Psikologlar ve doktorlar, beton evlerde oturup, taş kaldırımlardan, tünellere inip, demir atlarla fareler gibi seyahat edip, yürüyen merdivenlerden gürültülü caddelere çıkıp, manyetik kartlarla plazaya girip, elektrikli asansörlerle bilgisayar başına geçen kentlilere, insanın anası olan toprakla buluşmasını, çıplak ayakla toprakta yürümesini tavsiye ediyorlar. Peki, her santimetrekarenin “emlak değeri”ni ifade ettiği şehirlerde, toprak bu kadar değerli iken ağaçla, toprakla olan ilişkimizi nasıl yeniden kuracağız?
Parklar ve İnsanlar …
İşte modern yaşam tarzının bu soruna bulduğu çözüm; şehrin göbeğine inşa edilmiş, geniş, güzel ve yeşil parklar… Zira park şehirleşmenin doğal bir sonucudur ve demokrasinin doğurduğu bir çocuktur. Modern şehirlerde park sadece, betonlaştırılmamış bir toprak parçası değil, aynı zamanda insanların piknik yapabildikleri, çocuklarını dolaştırdıkları, bazı bölümleri müze veya konsept bahçelerin yapıldığı çok amaçlı kompleksler haline geldi. En önemli işlevlerinden biri ise; spor yapma ihtiyacı hisseden ama araçlar ve yayalar nedeniyle boş bir alan bulamayan kentliler için yürüyüş, koşu ve bisiklet gibi aktiviteler için bulunmaz bir nimet olması.
Tapınaklar ve Bahçeler
İyi de, hiç merak ettiniz mi, bugünün şehirlisi için vazgeçilmez bir nimet olan parklar ne zaman kurulmaya başladı? Sonuçta şehirlerimiz her zaman bu kadar kalabalık değildi. Şimdi 8 milyar olan dünya nüfusu 1500’lü yıllarda bile henüz 500 milyon civarındaydı ve bu rakamın önemli bir kısmı kırsalda yaşamını sürdürüyordu. Zira şehirlerde bile insanlar, asker veya bürokrat değillerse ya ticaretle, ya da çiftçilikle ilgileniyorlardı ve toprakla olan ilişkilerini kesmemişlerdi. O nedenle ortaçağa kadar dünya şehirlerinde parklar görülmezdi, halk daha çok agoralar civarında, havuzlar ve çeşmelerle bezenmiş meydanlarda toplanırdı. Şehirlerdeki yeşil alanlar ya imparatorların zenginliklerini gösterdiği bahçelerden ya da aristokrat takımının villalarının bahçelerinden ibaretti.
Babil’in Asma Bahçeleri
Nil Nehri civarında kazı yapan arkeologlar, toprağın altından M.Ö. 2000-3000li yıllara ait olabilecek bazı kalıntılarda bahçe çizimlerine rastladılar. Ayrıca Mısır’ın Luksor kentinde her gün binlerce turist tarafından ziyaret edilen Karnak tapınağında tanrı RA’ya adanmış ve festivallerde kullanılan bir süs havuzu bulunuyor. Ama tarihte bahçe denilince ilk akla tabii ki Mezopotamya’da doğmuş efsane Babil Krallığı gelir. Kral Nebukadnezar’ın M.Ö. 642 yılında karısı Semiramis için yaptırdığı Babil’in asma bahçelerinin öyküsü Yunanlı tarihçilerin anlatımı ile günümüze taşınmıştır. Ne kadarı efsanedir, ne kadarı gerçektir bilinmez ama Heredot, teras bahçeler halinde, içinde meyve ağaçlarının, aslan heykellerinin olduğu ihtişamlı yeşil yapılardan bahseder. Uzakdoğu’da ise Çin bahçe kültürünün M.Ö. 1200’lü yıllara, Yin hanedanlığına dayandığı söylenir. İmparator ailesinin hobi alanı olan Çin’in düzenli bahçe sanatı Asya’nın yanı sıra Avrupa’nın bahçecilik anlayışını bile etkilemiştir.
Avrupa’da İtalyan Etkisi
Ama başta Anadolu olmak üzere, Avrupa’nın birçok farklı noktasında bugüne kalıntıları kalan en önemli bahçe formları ise Romalılar dönemine aittir. Zengin Roma İmparatorluğu hukuk, mimari ve siyasal sistem dışında bahçe sanatında da bir hayli gelişmişti. Asker, çiftçi ve aristokratlardan oluşan Roma toplumunda şehir merkezlerinde üst sınıf yöneticilerin ve imparatorların bahçeleri olurdu. Bunlardan günümüze ulaşan en ünlü yapılardan biri M.S. 2. Yüzyıl’da inşa edilen Trivoli yakınlarındaki Hadrian Villası’dır. Yaklaşık 10 km2’lik bir alana yayılan bu komplekste kütüphane, hipodrom, hamamlar, heykeller ve süs havuzları ile zenginleştirilmiş bahçeler bulunuyordu. Roma döneminde inşa edilen bahçelerde dört mevsim yeşil olan çam ağaçlarının yanı sıra, çınar, servi gibi geniş yapraklı ağaçlara ve güzel kokması için menekşe, iris sümbül, anemon gibi bitkilere yer verilirdi. Ayrıca bahçede form verilmiş bitkilere, peyzaj sanatına da ilk Romalılar döneminde rastlanmıştır. Romalıların özel bahçeleri zaman içinde siyasal sistemi gibi Avrupa’nın farklı şehirlerine de yayılmış. Paris’in göbeğinde bulunan Lüksemburg Bahçesi, 1612 yılında Marie de Medici tarafından yaptırılmış bugün turistlerin uğrak yeri olan bir parktır. Aslen İtalyan olan Medici ailesinin Avrupa’nın farklı noktalarında inşa ettiği eserler Avrupa’da sanat ve ticaretin yanı sıra birçok alanda da değişimin öncüsü olmuştur. Katedral veya Saray bahçesi olarak inşa edilen bahçe tarzı Fransız bahçe sanatının şekillenmesini de sağlamıştır. Bugün Paris, Münih, Milano, Londra gibi birçok Avrupa şehrinde gezerken şahit olduğunuz, bir saray avlusunda başlayıp farklı havuz ve süs bitkisi desenleri ile geniş bir alana yayılan park formları bu akımın bir sonucudur.
Efendilerin Parkı
İngiltere’de ilk parklar yine aristokratlar tarafından av amacıyla etrafı çevrilmiş korular olarak ortaya çıkmış. Daha sonra bu korunaklı yeşil alanlar zenginliğin gösterildiği şatafatlı bahçelere dönüşmüş. 1700’lü yıllarda İngiltere’de ortaya çıkan “Capability” lakaplı İngiliz mimar Lancelot Brown sihirli el dokunuşlarıyla o meşhur İngiliz bahçelerini ortaya çıkartmış. 18. yüzyılda sanayi devrimi ve şehirlerin kalabalıklaşmasının doğal bir sonucu olarak, şehir sosyolojisi ile birlikte siyasi yapı, ekonomik yapı ve bahçeler de dönüşüme uğramış ve halka açılan bahçelerle birlikte bugünün şehir parklarının önü açılmış. Ama bugüne kolay gelinmemiş, demokrasi, kamu malı ve aristokrat efendilerin malı kavramları çok farklı sıkıntılara sebebiyet vermiş. “Parkların ve Bahçelerin Tarihi” kitabında Frankfurtlu düşünür Theodore W. Adorno, Loewenstein parkında bir arkadaşıyla kitap okurken park bekçisinin onu kovaladığını ve arkalarından “Bu parklar majestelerinin ailesinin fertlerine aittir” diye bağırdığını anlatır.
Park, Gelişmişlik Göstergesidir
İngiltere’nin en büyük parklarından biri olan Hyde Park bu değişimin en güzel örneklerinden biridir. 1536 yılında Kral VIII. Henry’nin avlanma alanı olan park, 1637 yılında halka açılmış ve o günden itibaren birçok toplumsal olayda toplanma ve gösteri alanı haline gelmiştir. İç ayaklanma, yangın, gösteriler gibi birçok olaya tanıklık eden parkta konuşmacılar için “konuşmacı köşesi” de bulunur. Hyde Park, bugünün Londra’sında koşu, yürüme, çimlere uzanma, piknik yapma alanı dışında halen çeşitli gösteri ve konserlere ev sahipliği yapan, geniş bir yaşam alanıdır. Londra’da Hyde Park dışında, Green Park, Regent Park gibi irili ufaklı yüzlerce park bulunur. Dünyanın finans başkenti kabul edilen Londra, kalabalık bir metropol olmasına rağmen kişi başına düşen 26.9 m2’lik yeşil alan ile dikkati çekiyor. Daha iyi bir karşılaştırma için bu oran İstanbul’da kişi başı 6.4 m2’dir. Ama elbette daha yeşil başka şehirler de mevcut. Örneğin bu oran Stockholm’de 87.5 m2 iken Letonya’nın başkenti Riga’da yüzde 86 civarında. Rekor ise kişi başı 410.8 m2 ile İzlanda’nın başkenti Reykjavik’ta.
Sincapların Evi Olan Parklar
Yeşil ve yaşanabilir şehirleri parklar sayesinde hayata geçiren İngilizler yalnız değildir, Avrupa’nın birçok ünlü şehri geniş parkları ile bilinir. Dünyanın en yeşil şehirlerinden biri olarak bilinen Münih’in en ünlü parklarından birinin adı İngiliz Bahçesi olarak bilinen, diğer adıyla Karl Theodor parkıdır. Adından da anlaşılabileceği gibi İngiliz bahçecilik kültüründen etkilenmiş bir parktır ve şehirde önemli bir yer kaplar. (Alman parklarını ziyaret ettiğinizde artık gelişen teknoloji ile Almanların nehir üzerinde sörf bile yaptıklarına şahit oluyoruz.) Elbette dünyanın birçok şehrinde ünlü ve güzel parklar var. Cape Town’daki De Waal Park, Milano’daki Sempione Parkı, Riga Kronvalda Parkı, Barcelona’da Park Güell, Saint Petersburg’da Yaz Bahçesi, Pekin’de Beihai Parkı bunlardan sadece bazıları. Bu parkların bazılarında insanlar doğa ile o kadar uyumludur ki vahşi hayvanlar bile parkları kendilerine ev yapmaya başlamıştır. Örneğin Cape
Town’a gidip De Waal Park’ta bir avuç fındıkla dolaşmaya çıkarsanız sincaplar pantolonunuzdan tırmanıp avucunuzdaki fındıkları yemeye çalışacaktır.
Central Park
Belki de bu parklar arasında NewYork’taki Central Park’a ayrı bir başlık açmak gerekiyor. Çünkü burası diğer parkların aksine doğal bir dönüşüm yaşamak yerine, “New York şehri büyüyor ve bir park lazım” düşüncesiyle sonradan inşa edilmiş en büyük parktır. Bir nevi modern şehirciliğin ihtiyaç olarak doğurduğu bir yeşil alandır. 340 hektarlık alanı kaplayan Park’ın yapımı esnasında birçok afro Amerikalı ve köylü yerinden edilmiştir. Birçok filmin çekildiği park festival, koşu yarışları, bisiklet yarışları gibi New York’ta düzenlenen her türlü etkinliğin ya başladığı ya da bittiği yerdir. Etrafı şehir tarafından sarılmış dikdörtgen mimarisi ile de dikkati çeker.
Şinto’dan Ueno’ya…
Amerikan parkı, Avrupa parkları dedik, peki ya Babil’in çocukları veya Uzak Doğu modern parkta ne durumda? Asya’da bugün popüler olan parkların en eskileri Çin ve İran etkileri ile şekillenmiştir. Kendi stilini ortaya koymuş olan Japon park ve bahçe sanatı Çin’den ilham almış ve Zen, Şinto gibi inançlarla şekillenmiştir. Japon’yanın en ünlü parkı Ueno ise kiraz ağaçları ve festivali ile ünlüdür. Her ne kadar Babil’in asma bahçeleri efsaneleri toprağa gömülse de, İran topraklarında da ünlü parklar vardır. Binlerce yıllık geçmişi olan Mezopotamya bahçe sanatı da İslam inancının etkisiyle cennetten ilham alınan içlerinde Medreselerin yer aldığı parklar haline gelmiştir. İran’ın İsfehan kentindeki Meydan’ı İmam ve Shake Minare alanı türünün en güzel örnekleri arasında yer alır. Ayrıca Pakistan’daki Cihangir Parkı, Hindistan’daki Taç Mahal ve İspanya’daki El Hamra Sarayı bahçe düzenlemeleri türünün güzel örnekleri arasındadır.
Marmara’nın Büyük Parkları
Peki ya İstanbul… Dünyanın bütün küresel şehirleri gibi metropol baskısı ve yeşil alan çıkmazı içinde yer alan İstanbul’un parklarının gelişimi nasıl oldu? İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in Hasbahçe’yi mesire ve dinlenme alanı olarak kullandığı biliniyor. Topkapı Sarayı’nın hemen altında bulunan Gülhane Parkı Osmanlı döneminde sarayın dış bahçesi olarak kullanılmış. Islahat Fermanı’nın okunduğu yer olan Gülhane Parkı, 1912 yılında Topuzlu Cemil Paşa tarafından halka açılmıştır. Yıldız Parkı, Maçka Parkı, Emirgan Parkı gibi şehrin içinde yer alan diğer parklar ise yakın tarihe kadar şehrin dışında ya ormanlık alandı ya da bir devlet yöneticisinin yazlık sayfiye alanıydı. İstanbul’daki hızlı nüfus artışı ile birlikte şehrin içinde büyük parklar haline geldiler. İşte böyle… Hafta sonları mangalları alıp koştuğumuz, bir ağaç gölgesi aradığımız, şehrin yoğunluğundan kurtulmak ve biraz soluklanmak için sığındığımız, beton ve araç yorgunu şehirlerin vahaları yeşil parkların hikâyesi, Nil kıyılarından başlayıp, Babil Asma Bahçeleri’nden geçip, sosyal olaylar, demokrasi sınavını atlatıp, aristokratların oyun alanından dönüşüp, majestelerinin mülkünden halkın dinlenme alanı olmasının hikâyesi bu. Ve bugün insanoğlunun annesi toprak ise şehir parkları, şehirlerde yaşayan milyarlarca toprak evladının özüyle buluştuğu tek yer olmaya devam edecek.
NOTLAR
Marmara Bölgesi’ndeki Bazı Şehir Parkları
1. Barış ve Özgürlük Parkı – TEKİRDAĞ
2. Halk Bahçesi – ÇANAKKALE
3. Şehitler Parkı – BALIKESİR
4. Botanik Parkı – BURSA
5. Merinos Kültür Parkı – BURSA
6. 17 Ağustos Parkı – YALOVA
7. Kent Park – SAKARYA
8. Seka Parkı – KOCAELİ
9. Nazmi Oğuz Parkı – KOCAELİ
10. 75. Yıl Parkı – BİLECİK
İstanbul Parkları…
»» Ulus Parkı
»» Bebek Parkı
»» Naile Sultan Korusu
»» Çubuklu Hıdiv İsmail Paşa Korusu
»» Mihrabad Korusu
»» Beykoz Korusu
»» Fenerbahçe Parkı
»» Fethi Paşa Korusu
»» Emirgan Parkı
»» Yıldız Parkı
»» Gezi Parkı
»» Gülhane Parkı
»» Florya Parkı
Dünya Şehirlerindeki Park Oranları
*Dünyanın farklı şehirlerinde birçok park bulunuyor ama metropoller arasında sizce en yeşil şehir hangisi? Peki en çevreci ve en yeşil şehirler hangileri? Kişi başına düşen park oranında İzlanda’nın başkenti Reykjavik bir numara. Sıralama ise şu şekilde: 1. Reykjavik – 410.8, 2. Stockholm – 87.5 m2, 3. Riga – 86 m2, 4. Londra – 26.9 m2, 5. İstanbul – 6.4 m2
*Cape Town’a gidip De Waal Park’da bir avuç fındıkla dolaşmaya çıkarsanız sincaplar pantolonunuzdan tırmanıp avucunuzdaki fındıkları yemeye çalışacaktır…
Yazı-Fotoğraf: İlyas Yıldız
*Bu yazı Marmara Life’ın Temmuz – Ağustos 2018 sayısında yayımlanmıştır.