Gazeteci Hasan Söylemez, çalıştığı gazeteden istifa edip, bütün parasını çocuklara dağıttı, kredi kartlarını iptal etti. 11 Temmuz 2010’da ise bisikletiyle yollara düştü. Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu, Akdeniz, Ege, Trakya’yı dolaşarak sekiz buçuk ayda 10 bin 140 kilometre pedal çevirdi. 40 kent, yüzlerce kasaba ve köy gördü, bu da yetmedi; dünyayı dolaşmaya ve hayallerini gerçekleştirmek için pedal çevirmeye başladı.
Ocak 2017’de bisikletiyle Fas’tan yola çıkan gazeteci ve belgesel programcısı Hasan Söylemez, altı ayda 3 bin kilometre pedal çevirerek önce dünyanın en büyük sıcak çölü Sahra’yı aştı daha sonra Moritanya, Yeşil Burun Adaları ve Senegal’i geçip Gambiya’ya ulaştı. ’’Journey To Dreams’’ (Hayallere Yolculuk) adını verdiği 54 serilik belgeselin 1. bölümünü de Gambiya’dayken YouTube’dan yayınladı. Dünyanın en zorlu ve en tehlikeli yolculuklarından birini yapan Söylemez, Afrika’da yaşayan insanların ne tür hayaller kurduğunu araştırarak “Afrika’nın Hayal Arşivi”ni oluşturmayı amaçlıyor.
Radikal bir karar alıp, her şeyi arkanızda bırakıp yola çıkmaya karar verdiniz. Bu kararı tetikleyen şey neydi?
Hepimiz zaman zaman “Her şeyi bırakıp gitmek istiyorum” demişizdir. Aslında her şeyi bırakıp gitme isteği, kendini değiştirme vaktinin geldiğini gösteren bir işarettir. İçinde kendine has bir iyimserlik barındırır. Benim de bir değişime ihtiyacım vardı. Paranın satın alamayacağı çok değerli şeylerin olduğunu biliyordum. Paranın bana verdiği ‘özgüven’ ve ‘güç’ duygusundan kurtulmam gerekiyordu. Bunu çok net hissedebiliyordum. Çevremde gördüğüm ve yaşadığım her şey bana çok yapay geliyordu. Mutsuzdum, yolculuğun mutsuzluğumu gidereceğini düşünüyordum. Türkiye’yi sekiz buçuk ay boyunca 10 bin kilometre dolaşmamın nedenlerinden biri de yolculuk öncesi yaşadığım mutsuzluktu.
Peki, yola çıkmak nasıl bir vizyon kattı hayatınıza?
Yolculuk bir terapi yöntemidir. İnsanı iyileştirir ve çok şey öğretir. Cevabını bilmediğiniz sorulara yollardayken cevap bulursunuz. Hatta bazen cevabı bulursunuz, soru sonradan ortaya çıkıverir. İnsan kendi içine doğru bir yolculuk yapmak istiyorsa fiziksel olarak da bir yolculuk yapmalı. En zoru nedir biliyor musunuz? İnsanın kendisiyle yüzleşmesidir. Yolculuk esnasında bunu yaşamanız kaçınılmazdır. Bazen kendinizden nefret edersiniz bazen de gurur duyarsınız. Geçmişinizle, hayatla, insanlarla hesaplaşırsınız. Kendinizle müthiş bir savaş içerisindesiniz. Kendinize en can acıtıcı darbeleri vurduğunuz gibi kanayan yaralarınızı da kendiniz tedavi edersiniz.
Yerinizde olmak isteyen çok fazla insan vardır, ne önerirsiniz onlara?
Ben zoru severim, çok hayal kurarım ve bu hayallerimi gerçekleştirmek için peşinden koşarım. Hayallerin peşinden koşmak için üç şey gereklidir: İstemek, inanmak ve hemen başlamak. Cesaret ise inanmaktan geliyor. İnancı olmayan bir insanın cesareti de olamaz. Detaylara takılıp kendinizi boğmayın. Eksikler hiç bitmez, elinizdekiyle yetinin ve bir an önce başlayın. Azim ve inançla yola çıkan bir insanı, hiçbir engel yolundan alıkoyamaz. Sistem sizi bulunduğunuz alana bağlar. O çemberin dışına adım atmaktan korkmayın. Bilinmeze adım attığınızda kendi devriminizi yapabilirsiniz… İnsanların söyledikleri kötü şeyleri kulak ardı edin. Çünkü insanlar kendilerinin yapamayacağı bir şeyi başkasının da yapamayacağını düşünürler. İlk adımı atmazlar. Ulaşamayacaklarını düşündükleri için en büyük düşlerini gerçekleştirememekten korkarlar.
HİÇ TANIMADIĞIM AİLELERE EVLAT OLDUM
Hep tozpembe geçmemiştir yolculuğunuz. Neler yaşadınız?
İçtiğim suyun tadı her yerde farklıydı. Bir insanla tekrar karşılaşma ihtimalim çok düşüktü. Bilinmezlere doğru, tesadüflerle dolu, beklentilerden yoksun yolculuk yapıyordum. Kimi zaman yiyecek ekmek bulamadım, kimi zaman Halil İbrahim sofrasında buldum kendimi. Tarlalarda çapa yaptım, bulaşık yıkadım. Bazen hiç tanımadığım ailelere evlat oldum, bazen köylerden kovuldum. Çadır kuracak yer bulamadım, sokakta uyudum.
Türkiye’yi dolaşırken karşılaştığınız en farklı hikâye neydi?
Giresun ve Bayburt dışında gerek bisikletle gerek diğer ulaşım araçlarıyla Türkiye’deki bütün şehirlere gittim. Yolculuklarımda birçok hikâye dinledim. Unutamayacağım ve beni çok duygulandıran hikâyelerden birini ise TRT 1’de hazırlayıp sunduğum “Yoldaki Haber” adlı belgesel haber programının çekimlerini yaparken Erzincan’da dinledim. Bu programda da Anadolu’yu bisikletimle karış karış dolaşıyordum. 1992 Erzincan depreminde annesini ve kız kardeşini kaybeden Ünal Abi’nin hayat hikâyesi çok etkileyiciydi. Babası çok önceden onları terk edip gitmiş. Depremde annesini ve kız kardeşini de kaybedince yapayalnız kalmış. Aradan biraz zaman geçince babasından haber alıyor ama aldığı haber babasının ölüm haberi… Her ne kadar bizi terk edip gitse bile yine babamdır diyor ve cenazesini alarak memlekette toprağa veriyor. Bir süre sonra babasının evlendiğini, iki kızı olduğunu ve evlendiği kadının da babasını terk ederek Almanya’ya yerleştiğini öğreniyor. Ünal Abi, üvey annesini ve üvey kız kardeşlerini bulmak için Almanya’ya gidiyor. Uzun uğraşlar sonucunda onlara ulaşıyor. Onların iyi durumda olmadığını gören Ünal Abi, onlara sahip çıkıyor ve her şeyleriyle ilgilenmeye başlıyor. Kız kardeşlerine hem Almanya’da hem de Erzincan’da dillere destan bir düğün yapıyor. Depremde her şeyimi kaybettim derken başka bir ailesi daha oluyor. Röportajımızda Ünal Abi’nin hayat hikâyesini dinlerken gözyaşlarıma hâkim olamamış çıkıp dışarıda ağlamıştım.
Afrika’yı dolaşıyorsunuz. Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Afrika yolculuğumla ilgili olumlu ve güzel mesajlar alıyorum. Fakat genelde gitmemem gerektiğini, gidersem öldürüleceğimi, vahşi hayvanların beni parçalayacağı gibi dehşet tepkiler de alıyorum. Çünkü Afrika hep kara kıta olarak adlandırılıp ötekileştirildi. Medyanın Afrika’yı sunuş biçimi de hep ötekileştiriciydi. Dolayısıyla Afrika denince, orayı görmeyen, bilmeyen insanların aklında, iç savaş, hastalık, açlık, vahşi yaşam ve acılarla yoğrulmuş hikayeler kaldı. Afrika hakkında hiçbir şey bilmeyen bu insanlar kulaktan dolma hikayelere ön yargılarını ekleyip korkunç senaryolar yazmaya başlayınca dehşet şeyler söylemeye başladılar. Düşünün, Afrika dediğimde bütün kıtanın tek bir ülke olduğunu sananlar var. Oysa Afrika’da 54 ülke bulunuyor. Birçok kişi araştırma gereği duymadığı için bu ülkelerin ismini bile hayatında hiç duymamış. Ön yargı gerçeği hep saklar. Bu nedenle ön yargılı insanların verdiği tepkileri umursamıyorum. Afrika’da yolda karşılaşacağım insanların en büyük hayallerini sorup onların hayalleriyle ilgili belgesel çekiyorum. Afrika’yı onlardan dinliyorum.
‘’AFRİKA’YI AFRİKALILAR’IN HAYALLERİYLE ANLATIYORUM’’
Hayallerini sorduğunuzda neler anlatıyorlar size?
Henüz yolun başında sayılırım. Daha önümde gidecek yolum var, kaç yıl devam eder bilemiyorum. Halen ilk günkü gibi aşkla ve heyecanla pedal çevirip hayaller dinliyorum. Afrika’yı seviyorum ve Afrika’yı Afrikalıların hayalleriyle tanımaya ve anlatmaya çalışıyorum. Onlara en büyük hayallerini sorduğumda ilk başta çok şaşırıyorlar. Çünkü bu soruyu pek duymamışlar. Cevap verirken önce zorlanıyorlar daha sonra yavaş yavaş açılmaya başlıyorlar. Onlara sadece ‘’en büyük hayalin ne?’’ sorusunu sormuyorum. ‘’En büyük hayalin için ne yapıyorsun?”, ‘’Hiç gerçekleştirdiğin büyük bir hayalin oldu mu?”, ‘’Ülken hakkında ve Afrika hakkındaki hayalin ne?” gibi yan sorular da soruyorum. Dinlediğim hayallerin rengi, bölgeden bölgeye ülkeden ülkeye ve hatta köyden köye değişiyor. Yaşanılan toplumun sosyal, ekonomik, politik, kültürel ve eğitim durumu insanların kurduğu hayalleri direkt etkiliyor. Bir insanı ve ülkeyi tanımak istiyorsanız hayallerini sormalısınız. Çünkü kurulan hayaller, geçmişe ve bugüne ayna tutarak geleceğin nasıl şekillendirileceğinin ipuçlarını verir.
Yolculuklarınızı kitlelere duyurmak için sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanıyorsunuz. Peki, sosyal medyanın günümüz ilişkilerine etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyal medyanın günümüz ilişkilerine etkisi o mecrayı hangi amaçla ve nasıl kullandığımıza bağlı. Evet, “insana değmek”ten bahsediyorum. İnsanların sokakta olmasını tercih ederim ama sosyal medyada daha aktiflerse orada da onlarla temas edebilirim. Yaşadıklarımı, yolculuklarımı sosyal medyadan paylaştığımda on binlerce insana ulaşıyorum ve ulaştığım insanlardan bir kişinin bile ilham almasını sağlayıp onu sokağa çekebiliyorsam, gülümsetebiliyorsam ne mutlu bana. Örneğin sosyal medyada kitabımı görüp alan bir okuyucum “Senin sayende yıllardır görüşmediğim ailemle görüşmeye karar verdim. Bunun için sana teşekkür ederim” diye bir mesaj göndermişti.
DÜNYANIN EN MASUM ULAŞIM ARACI “BİSİKLET”
Yolculuğunuzun bir de bisiklet boyutu var. Bu şekilde seyahat edebilmek için ciddi bir antrenman gerekir gibi geliyor. Neler yapıyorsunuz bu konuyla ilgili?
Aslında hayatımda hiç bisikletim olmadı. Bisikletle ilgili de hiçbir bilgim yoktu. Gidona direksiyon, seleye koltuk diyen bisiklet cahili bir adamdım. En son çocukluğumda arkadaşlarımın bisikletine binmiştim. Fakat altı yıl önce sahip olduğum ilk bisikletle, üç hafta sonra Türkiye’nin çevresinde, tek başıma, beş parasız 10 bin km pedal çevirdim. Bisikleti de kendim gibi hep yollarda tanıdım. Çok fazla antrenman yaptığım söylenemez. Düşünün Afrika’yı bisikletle dolaşmaya gideceğim ama toplasanız bu yolculuk için yaptığım hazırlıkta 20 saat bisiklet binmemişimdir. Bisikletli bütün yolculuklarımda hep böyle oldu. Zaten bütün antrenmanı yolda yapıyor olacağım. Bisiklet, dünyanın en günahsız ve en masum ulaşım aracıdır. Çok ucuz, sağlıklı ve çevrecidir. Doğa ve insanlık için bir tane bile zarar sayamazsınız ama faydalarını saymaya kalktığınızda insanlık için neden önemli bir araç olduğunu anlarsınız. Bisiklet, bir iletişim aracıdır. Uzun yollarda insanlarla ve kendinizle tanışmanızı sağlar. Bisikletle zamanı yavaşlatarak yaşıyorsunuz, hızdan uzaklaştıkça yaşadığınızı hissediyorsunuz. Bisiklet en yakın arkadaştır. Kimi zaman çocukluk, kimi zaman olgunluk, çoğunlukla öze dönüştür. Bisiklet tek kişiliktir, pedal döndükçe çok kişilik olur. İsyandır, özgürlüktür, huzurdur, mutluluktur. Tıpkı aşk acısı gibi bisiklette de kıç acısı vardır.
Bundan sonrasına dair planlar var mı kafada?
İflah olmaz bir hayalperestim. Çok hayal kurar ve bu hayalleri gerçekleştirmek için durmadan peşinden koşarım. Afrika yolculuğu sonrası için de hayallerim var ama önce şuanki hayalimi gerçekleştirmeliyim. Dünyayı değiştirmeye önce kendimizden başlamalıyız. Elimizdeki tek sihirli değnek kendimiziz. Bana en çok sorulan sorulardan biri, “İnsanlara nasıl güveniyorsun?”. Asıl bu soruyu şu şekilde kendimize sormalıyız, “İnsanlar bana nasıl güvenmeli?”. Eğer bu soruya doğru yanıtı verip ve o şekilde davranırsak, insanların bize güvenmesini sağlarsak, karşımızdaki insanın içindeki iyiliği harekete geçirmiş oluruz.
NOTLAR:
Ocak 2017’de bisikletiyle Fas’tan yola çıkan Hasan Söylemez, altı ayda üç bin iki yüz kilometre pedal çevirerek önce dünyanın en büyük sıcak çölü Sahra’yı aştı daha sonra Moritanya, Yeşil Burun Adaları ve Senegal’i geçip Gambiya’ya ulaştı. ’’Journey To Dreams’’ (Hayallere Yolculuk) adını verdiği 54 serilik belgeselin 1. bölümünü de Gambiya’dayken YouTube’dan yayınladı.
Bu dünyanın kahramanı çocuklar
Dünyada çocuklar kadar saf, doğal ve masum başka ne var? Onlara baktığımızda gülümseyip mutlu oluyorsak, bunun sebebi yapaylaşan dünyada özlediğimiz doğallığı ve saflığı onların gözlerinde görmemizdir. Çocukların kurduğu hayaller, büyüklerin kurduğu hayallerden daha büyük ve daha temizdir. Çünkü içinde kötülük barındırmıyor. Güzel bir dünyada yaşamak istiyorsak çocukların hayalleriyle dünyayı şekillendirmeliyiz.
Röportaj: Dilara Gülşah Azaplar / Fotoğraf: Hasan Söylemez
*Bu yazı Marmara Life 2018 / Eylül- Ekim sayısında yayımlanmıştır.