Dilini öğrenmeye çalıştım ve ülkenin bütün görülmeye değer yerlerini gezdim, amacım gurbetçi olmak değildi, Türk kültürüne dalmak için Tire’ye yerleştim. Çünkü hayatın basit zevklerinden haklı olarak keyif alan bu ülke insanı, ilham verici.
Türkiye’ye ilk ziyaretim 1971 yılında 21 yaşında Oxford Üniversitesinden 1 yıllık dinlenme sırasında bir erkek arkadaşımlaydı. Külüstür bir Bedford vanım vardı, arkasında uyurduk. İstanbul’a gece geç saatte varmıştık, Bakırköy yakınlarında park edip arkada uyuduk. Uyanmama neden olan müezzin değil ama vanın tepesine copla vuran Polis oldu, uyanıp hemen Beşiktaş’a gittik ve bugün hala arkadaşım olan, 14 yaşında bir çocukla tanıştım. Annesi bize yemek ve çay ikram etti ve ben Japonya’dan gezerek gelirken kız arkadaşımı iki hafta misafir etti. İşte o misafirperverlik ve Sultanahmet’te karşılaştığımız harikalar ayrıca Kapadokya, Konya, Diyarbakır ve gittiğimiz her yerde gördüklerimiz bugün halen devam eden aşk hikayesinin temellerini attı. Bundan sonra her yıl tatilimi Türkiye’de geçirmeye başladım, dilini öğrenmeye çalıştım (uzaktan zor olsa da) ve ülkenin bütün görülmeye değer yerlerini gezdim, Nemrut Dağı’ndan Van Gölü’ne kadar. 1989 yılında Şile’de bir yazlık aldık, eşimle burada ufak çaplı meşhur olduk. Yıllar yılı Şile Güzellik yarışmasında jüri üyesiydim. 1999 yılındaki büyük deprem sırasında iki çocuğumuzla birlikte oradaydık ve apartmanımız santrifüj yapan çamaşır makinesi gibi sallandı. Her zaman emekliliğimi Türkiye’de geçirmek istemiştim, her ne kadar gazetecilik ve medya koçluğu yapmaya devam etsem de, 2014 yılında büyük bir adım attık ve İzmir, Tire yakınlarında Kaplan köyünden üzerinde 3 yıkıntı bina olan, 3000 metre karelik bir arazi aldık (kısa sürede ‘Harabe’ kelimesini öğrendim). Beşiktaş’ta yaşayan eski dostumdan çok uzaktaydık. Kısa sürede barınaktan 2 köpek sahiplendik ayrıca 3 sokak köpeğimiz oldu. İnsanlar sık, sık bize “Neden Tire’de yaşıyorsunuz, Fethiye veya Kalkan değil?” diye soruyor. Açıkçası biz Türk kültürüne dalmak istiyorduk amacımız gurbetçi olmak değildi. Nasrettin Hoca hikâyelerini okumayı EastEnders dizisini izlemeye yeğlerim. Tire’nin dört yanından tarih fışkırıyor ve çok güzel eski binalar var, pek çoğu keyifle restore edilmiş. Cennet gibi iklimin yanında nefes kesici güzellikte manzarası var, Kaplan köyünde üç tane muhteşem restoran var, hatta biri hakkında New York Times’da makale yayınlandı. Hemen, hemen kimsenin İngilizce konuşmadığı bu köyde Türkçe öğrenmek zorunda kaldık. Tirelilerin dostluğu efsanevidir, lastiğim patladığı için sabahın dördünde kalkıp beni havaalanına bırakan taksi şoföründen takımıma yaptığı tamirden para almayı reddeden terzisine kadar. İstanbul metrosunda eşimin elbisesinin eteğinde bir sökük gördüğünde çantasından iğne iplik çıkarıp diken kadına kadar. Sanırım Türklerin daha kısıtlı bütçeleri ve az mülkleri olmasına rağmen daha varlıklı Avrupalı denklerinden daha mutlu olmaları hep ilgimi çekmiştir. Bunun nedeni hayatın basit zevklerinden haklı olarak keyif almalarında yatıyor: aileye saygılı, bebekler için endişelenen, leziz yemekler pişiren, bozulan aletleri tamir eden, meyve ve sebze yetiştiren veya dostlarına yardım etmelerinden. Seksenli yaşlarının ortalarında iki komşu kadının, her gün çalışıp, didinip ev temizleyip soba için çalı çırpı toplamaları. İlham verici!
Yazı: George Dearsley
*Bu yazı Marmara Life 2018 / Kasım- Aralık sayısında yayımlanmıştır.