İstanbul’u Kelimelerle Anlatmak Çok Zor. Neresi Söze Dökülse Diğer Bir Güzelliği Mahzun Kalır. Hangi Semti Övülse Akıl Bir Diğerine Takılır. Güzel İstanbul, Efsunlu Şehir.
İstanbul rüya şehir, dünyanın başkenti. İçinde her dinden, her dilden, her ırktan insanı bulabileceğiniz; kültürün beşiği, doğanın çiçeği. Tüm dünyadan insanların akın ettiği, bazılarının bırakıp gidemediği. Peki, ben ne buldum İstanbul’da?
Aslında yabancısı değilim bu toprakların; atalarım (bahsettiğim dedemin dedesinin dedesinin diye giden on kuşaktan fazla bir geçmiş yani) hep buradalarmış. Kapsamlı bir soyağacına köklerine kadar ulaşamasak da bir dalı Bizans devrine, diğeri ise Osmanlı İmparatorluğu döneminde buralara ticaret yapmaya gelen Venediklilere, Cenevizlilere kadar uzanıyor. Haydarpaşa Garı inşasına gelen mühendis bir büyük dede. Uzayıp giden seneler, günümüze yaklaştığında buralara kök salmış bizim kocaman ailemiz; yani ben ve altı kardeşim. Hem İtalyan hem Türk.
Başka bir şehirde yaşamak niye imkânsız geliyor bana? Sanırım “sevda” açıklamaya doğru yerden başlamanın ilk kelimesi. Sonra bahsetmiş olduğum yaşanmışlıklar var; aile, ilk aşklar, gençlik maceraları, dostluklar, eğitim hayatı, kurmuş olduğum bir kariyer var. Hepsi sevdaya dahil tabii.
Martıların Denizle Dansını Seyretmek
Sonra şehre bir geliyorsun pat diye Eminönü çıkıyor karşına. Üstten bak, alttan bak. Koşuşturmaya odaklan, balık ekmek satıcılarının bağırış çağırışlarını dinle. Kapalıçarşı’da şöyle güzel bir tur at; baharatçıların oradan geç mesela, kokuyu içine çek. En basitinden kap bir simit, otur banklardan birine, martıların denizle dansını seyre dal usulca.
Çok mu doğal ve yalnız bir hayal oldu, arkadaşlarınla mı takılmak istedin? Beşiktaş veya Kadıköy’e geç, onlarla vakit geçir, birlikte bir şeyler içip öylesine nostaljik tramvaylara binin. Fotoğraf veya video çek, sırf kendin için vlog’lar yap. Arka plan o kadar güzel ki istemesen bile tarihi kaydedeceksin.
Ne yemek istersin? Aç Google’ı sor bakalım; gönlüne göre bir şeyler bulamaman imkânsız herhâlde. Haliç var, sonra Eyüp Sultan; gez gönlünce eğlen.
İstanbul Benim Bir Parçam
Tarihine girsek mi, hadi girmeyelim söz çok uzar. Ama hâlen gitmediysen Sultanahmet Camiî’ne, Ayasofya’ya çok şey kaybetmişsin demektir. Topkapı veya Deniz Müzesi’ni gezmediysen bu şehrin atmosferini kavrayabilmek adına bir büyük eksiklik daha. Sanatçı mısın veya meraklısı mısın? Bienaller, sergiler her köşede bir tane bulursun muhakkak. Eski vapurları, tarihi binaları… Uzaklardan bir ezan sesi, biraz ötede kilise çanlarını duyarsın. Avrupa’nın yarısını gezmiş biri olarak her yurt dışına çıktığımda beşinci günden itibaren başlarım İstanbul’u özlemeye. Çünkü hiçbir yerde böylesine bir kültürel zenginlik ve ona eşlik eden muhteşem bir doğa bulmak mümkün değil. Özlerim İstanbul’u çünkü o benim bir parçam ve ben de onun bir parçasıyım.
NOT
“Ben İstanbulluyum”
“Şişli’de doğdum; hayatımı Şişli, Beyoğlu, Beşiktaş üçgeninde geçirdim. İlkokulu Bomonti’de okudum; lisede Galatasaray’a (Beyoğlu) gittim, dershanede Beşiktaş’a, üniversiteyi ve yüksek lisansı yine Galatasaray’da tamamladım. Gençliğim boyunca da hep şu soru ile karşılaştım: “Abi ne işiniz var İstanbul’da?” diyorum ben zaten buralıyım, cevap ise hep aynı: “Ama isim yabancı…”. Ah be güzel kardeşim demek ki dil yabancı bana ama toprak hiç yabancı değil. Toprak, üstündekilerle de altındakilerle de benle dolu. İstanbulluyum ben, eskilerden, çok eskilerden. Göçmen bile değil; belki İstanbul’un yaşayan en eskilerinden. Üniversite yıllarına geldiğimde sorunun tipi değişti: “Ne işin var burada, nasılsa İtalyan değil misin? Kaç kurtar kendini!” cevap benden yana hep aynıydı: “Toprak benden, altındaki ve üstündeki ile kopmak olmaz.”
Yazan: Michele Cedolin
*Bu yazı Marmara Life 2019/Temmuz-Ağustos sayısında yayımlanmıştır.