Türkiye’de 90’lı yıllarda yükselişe geçen polisiye roman türünün önde gelen yazarlarından biri de Celil Oker’dir. Yazar, sağlam bir kurgu üzerine oturttuğu eserlerinde, sürükleyici entrikalar ve canlı karakterler yaratmayı başarmıştır. Fakat onun asıl başarısını, mekân tasvirleri ve ayrıntılara verdiği önem oluşturur. Bu mekânlar, romanlarda yazarın sözcülüğünü üstlenen dedektif Remzi Ünal’ın dikkatiyle hayat bulur.
Günümüzde eylemin önem kazandığı polisiye eserlerde dedektifin araştırma yöntemleri de değişmiş, farklı mekânların tasviri -hem içerik hem de bir yöntem meselesi olarak- kaçınılmaz olmuştur. Chandler’in Philip Marlowe’u, Dashiell Hammett’ın Same Spade’i, Mickey Spillane’in Mike Hammer’ı gibi, Remzi Ünal da bir ‘eylem adamı’dır. Günümüzde dünyanın hemen her yerinde, polisiye roman türünde yazılan eserlerde modern toplumun düşünce ve yaşam tarzı sorgulanmakta ve suçun toplumsal görüntüsü giderek önem kazanmaktadır. Yazarın romanlarında zengin kesimden insanların yolları, cinayetler yüzünden yoksullarla kesişir. Bu romanlarda iki kutup arasındaki karşıtlığı vurgulama fonksiyonunu yüklenen mekânlar ise genellikle yalılar, villa-kentler, siteler, gecekondular, barlar, kumarhaneler, alışveriş merkezleri, büyük oteller, lüks ofisler, orta halli öğrenci evleri ve bakımsız iş yerleri olarak karşımıza çıkar. Ana fonda ise İstanbul vardır.
Kentler, Kitaplar ve Yazarlar
Dünya edebiyatında birçok büyük kentin romanlara ilham olduğu, hatta bu kentlerin belirli yazarlarla birlikte anıldığı görülür; Danzig kenti Günter Grass’la, Dublin James Joyce’la, Viyana Robert Musil’le, Berlin ise Alfred Döblin’le birlikte bir tür roman-kent olmuşlardır. Roman ve şehir arasındaki bu ilişki, polisiye roman türünde daha kuvvetli bir biçimde karşımıza çıkar. Günümüzde pek çok yazar, ‘polisiye edebiyat’la kendi toplumunun karanlık yanlarını teşhir etmeyi amaçlamaktadır. Lawrence Block’un dedektifi Matthew Scudder sayesinde New York’u, Jeremiah Healy’nin dedektifi John Cuddy ile de Boston’u bu yönleriyle tanıma fırsatı buluruz. İstanbul doğumlu Yunan yazar Petros Markaris’in yarattığı dedektif tipi Haritos ile Atina sokaklarına, Donna Leon’un dedektifi Komiser Brunetti ile de Venedik’e aşina oluruz.
Oker’in romanlarında ise İstanbul olması, söz konusu mekânları, daha gerçekçi, duyarlı ve eleştirel bir şekilde yansıtmasına zemin hazırlamıştır: “İstanbul sokaklarını arşınlama meselesini çok önemsiyorum. İstanbul’u dolaşan bir dedektifin olması ve bunun yabancı okurlar tarafından da okunması, bu işte en keyif aldığım yanlardan biri. İstanbul gibi benzersiz bir şehirde dolaşan bir karakter yaratmak benim için çok önemli. Kahramanım genelde benim yaşadığım yerlerde dolaşıyor. Bu yüzden o mekânlarda özel bir araştırma yapmam gerekmiyor. Bir de son zamanlarda araştırma yapmamızı, sağa sola bakmamızı kolaylaştıracak bir teknoloji var elimizin altında. İnternette maceranın geçtiği sokağı bulup tasvir yapabiliyoruz. Ama elbette, hiç bilmediğim, havasını koklamadığım bir yer varsa, mutlaka kalkıp gidiyorum.”
Celil Oker, romanlarında İstanbulluları tanıtır. Eserlerinde taksiciler, simitçiler, milli piyango satıcıları, seyyar kitapçılar, kebapçılar, otopark kahyaları, kapkaççılar, değnekçiler, emlakçılar, kokoreççiler, kestaneciler vardır.
Celil Oker’in İstanbul’u
Celil Oker’in eserlerinin en belirgin özelliği şüphesiz, bu metinlerin, semtleri ve sokaklarıyla canlı bir İstanbul rehberi vazifesi görmeleridir. Bu romanlar, suçun ve değişen toplumsal hayatın hikâyesi oldukları kadar İstanbul’un da hikâyesi olma vasfını taşırlar. İstanbul’u ve İstanbulluları çok iyi tanıyan dedektif Remzi Ünal; taksicileri, simitçileri, milli piyango satıcılarını, seyyar kitapçıları, kebapçıları, otopark kâhyalarını, kapkaççıları, değnekçileri, emlakçıları, kokoreççileri, kestanecileri, seyyar köftecileri, otoyolları, eczaneleri, restoranları, büfeleri, küçük butikleri, şehir hatları vapurlarını, alışveriş merkezlerini, iş hanlarını, barları, tarihî binaları, yeni yapıları, gecekonduları, lüks villaları, sinemaları, tiyatroları, yani kısaca dünyanın en eski metropollerinden olan İstanbul’u yaşadığımız yüzyıla has çizgileriyle bize tanıtır. Eski İstanbulluları ve kent belleğindeki kadim izleri anlattığı kadar taşralıları ve taşra kültürünün kentteki akislerini de dile getirir. Yazar, eserlerinde İstanbul’u anlatırken amacını bir büyükşehir övgüsü yapmakla sınırlamaz, yaşadığı şehri gerçekçi bir gözle yansıtmaya çalışır. Şehir hayatındaki yozlaşma, insan ilişkilerini de birer çıkar ilişkisi şekline çevirmiştir. Polisiye romanın sosyolojik verilerle nasıl beslendiğini bütün çıplaklığıyla bu eserlerde görebiliriz. Yazarın dedektife söylettiği şu sözler, insan kalitesinin de şehrin estetiğini belirleyen bir unsur olduğunu vurgular: “Sevilecek çok az şeyin kaldığı bir şehirde, beni gördüğünde sevinmeyecek kimselerin kapılarını çalıp, hoşlanmayacakları sorular sorardım. Aldığım üç cevabın ikisi yalan olurdu. Doğru yanıtlarsa çarpıtılmış. Yanlışları doğrulardan çıkardığımda şekillenen manzara, hiç kimsenin hoşuna gitmezdi. Benim de…” Remzi Ünal’ı karamsar yapan unsurlardan biri de insan ilişkilerinin geldiği bu boyuttur. Celil Oker, çıkarlara dayalı planlı cinayet işlenme oranının hızla yükseldiği İstanbul’un, bu alanda dünyanın diğer büyükşehirleriyle paralel bir konuma yerleşmeye başladığını ileri sürmektedir.
Rol Çalan Ceset
Celil Oker, İstanbul’un ruhu dinlendiren fiziki güzellikleri yanında, büyükşehrin çirkinliklerini barındıran karanlık yüzünü de göstermeye çalışır. Yankesiciler, uyuşturucu kullanan sokak çocukları, çözüm bekleyen trafik sorunu, çevre kirliliği, tarihî dokuya zarar veren kötü kentleşme, zamanının çoğunu dışarıda geçiren Remzi Ünal’ın görüş alanına giren meselelerdir. Rol Çalan Ceset’te gece vakti Beyoğlu’nda Şeyda Tapan’ın randevu verdiği Pandora Kitabevi’ne giderken, İstanbul’un bu semtinden görüş alanına yansıyan detayları gerçekçi bir tavırla anlatır. Büyükşehrin trafik sorunu ve bakımsız yolları da sürekli arabasıyla bir yerlere gitmek zorunda olan Remzi Ünal’ı zaman zaman çileden çıkartır. Son Ceset’te, Muazzez Güler’le, borçları ödemeyen bayisi Sinan’ı bulmak üzere anlaşan Remzi Ünal, kendisini bekleyen yeni maceraya atılırken kaygılıdır. “Kötü bir trafik, çukurlarla bezeli asfalt yollar, kimin önce geçeceği hep tartışmalı kavşaklarla dolu caddeler…” çıkacaktır yine karşısına.
İstanbul’a özgü ayrıntılar arasında gittikçe çoğalan alışveriş merkezleri, tek tük eski ve özentili mimari yapıların yanında beliriveren yeni ve kişiliksiz yapılar da Remzi Ünal’ı rahatsız eder. Yazar, İstanbul’un mimari bakımdan gün geçtikçe zevksizleşen bir görünüme büründüğünü ileri sürerek, eski ile yeni İstanbul arasında beliren farkı yeri geldikçe göstermeye çalışır. Ateş Etme İstanbul’da, Piyalepaşa Bulvarı’nda ilerleyen dedektifin gözü çevredeki yapılardadır: “Solumuzda mezarlık, sağımızdan İstanbul’u çirkinleştiren mimari örnekleri akıyordu. Biraz ileride eski bir cami gelecekti. Bak onu severdim.”
Romanlara Yansıyan İstanbul’un Yaşayan Mekânları
Celil Oker, İstanbul’un, alışveriş merkezlerinden, sinema, kafe ve restoranlarından da romanlarında bahseder. Profilo ve Carousel Alışveriş Merkezleri ve sinemaları, Akmerkez’deki Papermoon adlı restoran, Reasürans Çarşısı, Kafe Marmara Celil Oker’in başta Remzi Ünal olmak üzere çoğu varlıklı kesimden olan roman kişilerinin ara sıra uğradıkları İstanbul’un gözde mekânlarıdır.
Remzi Ünal, işi gereği insanların peşinde koşturur; onları bazen gizlice takip eder, bazen de ziyaretlerine gider. İnsanları tanımak ve ipuçlarını yakalamak için habersizce evlerine ve iş yerlerine girer. Her ne kadar dedektif, “İstanbul küçük bir şehirdi, dönüp dolaşıp aynı yere geliyordunuz.” diyecek kadar İstanbul’u avucunun içinde hissetse de yollar onu bazen bildiği bazen bilmediği yerlere çıkarır. Bu gidip gelmeler Remzi Ünal’a şehri bir bütün olarak görme, değerlendirme, değişiklikleri fark etme fırsatı verir. Dedektifin ruh hali kendi iç saatinin dışında bu mekânlara göre de sürekli değişir.
Celil Oker, navigasyon bilgileri vermekle yetinen bazı amatör yazarlar gibi İstanbul’a yüzeysel bir dikkatle bakmamıştır. Yazar, kurgularında İstanbul’un zengin tarihinden gelen dokusuna da odaklanmaz. Bununla birlikte yaşadığı şehre bir kimlik veren geçmişin mekânlarına ve bu mekânların estetiği ve görgüsüyle yetişen gerçek İstanbullulara saygılıdır. Hızlı kentleşme sonucu kentin her bakımdan aşınmaya başlaması, estetik duyarlılığı gelişmiş olan dedektifi rahatsız eder. Beyoğlu, Taksim, Ortaköy, Mecidiyeköy ve Kasımpaşa semtlerinde geçen son romanı Ateş Etme İstanbul’da, İmam Adnan Sokağı, Mevlüt Pehlivan Sokağı, Muallim Naci Caddesi ve Bestekâr Şevki Bey Sokağı gibi şehrin kültür varlığını simgeleyen sokak adlarını bilinçli bir şekilde bir arada kullanması anlamlıdır.
Şehirlerin İmgesi
İstanbul’u mekân olarak seçen polisiye romanlarda, bu şehre özgü sesler de bir şehir imgesinin oluşmasına aracılık ederler. Remzi Ünal ise İstanbul’u, bu şehirden biri olarak, her yönüyle sever. İçindeki sigara dumanını açık pencereden dışarıya üfleyen Ünal’ın, dışarıdan bu hareketine bir karşılık gibi gelen kimini anladığı, kimini anlamadığı sesler hoşuna gider. İstanbul’u tanıdık sesler bütünü olarak algılayan ve ona yakınlık duyan dedektif için İstanbul, tekinsizliğine rağmen, hâlâ yaşanmaya değer, güzel bir şehirdir. İstanbul’u simgeleyen mekânlar, nasıl bir şehrin ve şehri oluşturan toplumun kimliğini ele veriyorsa şehirdeki karmaşanın bir iz düşümü olan bireylere özgü mekânlar da şehrin ritmine bir şekilde ayak uydurmuş, ayrışan ve yalnızlaşan insanların hikâyesini anlatır. İş adamlarının bakımlı ofisleri, yalnız yaşayan kadınların zevkle döşenmiş evleri, kendilerini çevreden soyutlayan sakinleriyle güvenlikli siteler ve İstanbul’u onlarla aynı cepheden seyreden mütevazı gecekondu odaları, öğrenci evleri ve bu tür mekânların tasviri, edebî işlevlerinin yanında, içinde yaşanılan zamana ayna tutan sosyolojik bir veri olarak da önem taşırlar.
Hiçbir edebî türün okuru, ipuçlarını saklayan mekân ve ayrıntılara karşı, bir polisiye roman okuru kadar ilgili ve dikkatli değildir. Bunun bilincinde olan yazar, ben merkezli anlatımın verdiği imkânlardan da faydalanarak mekân tasvirleri yoluyla hem okurun merakını ayakta tutmayı başarmış hem de bilgi ve görgüsünü onlarla paylaşmıştır. Özellikle yazarın yabancı okurları da dikkate alarak mekân tasvirleriyle bir İstanbul imgesi oluşturmaya yönelik gayretleri edebî sınırları aşarak sosyolojik tespitlere uzanırlar ve yazarın dünya görüşünü iletirler. Oker, Remzi Ünal’la modern kent hayatının kaosu içinde bocalayan yalnız bir adamın hikâyesini anlatırken, onu, sevginin yerine paranın egemen olmaya başladığı insan ilişkilerini yansıtan maceralara sürükler. Polisiye edebiyatta ‘saf bilgi’ hiçbir zaman ‘saf heyecan’ın yerini alamaz. Celil Oker’in dedektifi Remzi Ünal ile İstanbul sokaklarını dolaşan okuyucu, heyecan duygusunu feda etmeden bildiği mekânların tadını çıkarmakta, yeni mekânlar keşfetmektedir.
NOTLAR
Celil Oker Kimdir?
Polisiyenin usta kalemi Celil Oker, 1952 yılında Kayseri’de doğdu. Tarsus Amerikan Koleji’ni bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezuniyetinin ardından çevirmenlik, gazetecilik ve reklam yazarlığı yaptı. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Programında öğretim üyesi olarak çalıştı. Yazarlık kariyerine 1999 yılında yayımlanan Çıplak Ceset adlı romanlarıyla başladı. Yine aynı yıl yayımlanan Kramponlu Ceset romanıyla Kaktüs Kahvesi Polisiye Roman Yarışması’nda birincilik ödülü aldı.
Güvenilmez Sevgili: İstanbul
Modern kentlerin tüm cazibesine sahip İstanbul da dünyanın diğer metropolleri gibi tekinsiz bir alandır. Yazarın İstanbullu dedektifi Remzi Ünal, her ne kadar bir İstanbul hayranı olsa da kent yaşamının insanı köşeye kıstıran tehlikelerinin farkındadır. Celil Oker’in romanlarında İstanbul, üzerinde gezilen, aşina bir mekân olmaktan öte, toplumsal değişimlerin sonucunda fiziki güzelliklerinin bile yozlaşmaya başladığı, suçlularla iş birlikçi güvenilmez bir sevgili, bir ana figürdür.
Dedektif Remzi Ünal
Oker, polisiye edebiyatın unutulmaz dedektif tiplerinden biri olacak Remzi Ünal karakterine de hayat vermiştir. Remzi Ünal, hemen hemen her romanda, şu cümlelerle kendini tanıtır: “Remzi Ünal… Şu, Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendisine saygısı olan hiçbir ‘frequentflyer’ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf charter şirketlerinde bile tutunmayan, sayenizde MS Flight Simulator’ın Cessna’sını bile adam gibi indirmekten aciz eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal…”
Anadolu’nun İzleri
Celil Oker, İstanbul’un semtlerini, bu semtlere kimliğini veren unsurları vurgulamak suretiyle romanlarında işler. İstanbul’un modern ve köklü semtlerinin yanı başında oluşturulan gecekondu mahalleleri de bu şehrin özelliğini tamamlayan bir unsur haline gelmiştir. İstanbul’un, Anadolu’dan aldığı göçle, kent kültürü ile kasaba kültürünü yan yana yaşatan bir şehir oluşu, Oker’in polisiyelerinde hem çoğu Anadolu’dan gelen yan karakterlerle hem de mekânlarla yansıtılır.
Yazan: Ayşe Ulusoy Tunçel
*Bu yazı Marmara Life 2019/Temmuz-Ağustos sayısında yayımlanmıştır.