Âdettendir bir mekân ile ilgili iki kelam edilecekse “Yolunuzu oraya muhakkak düşürün veya uğramadan geri dönmeyin!” gibi klişelere kuvvetle muhtemel başvurulur. Deliler Kahvehanesi’ni kelimelerin izin verdiği ölçüde anlatmaya niyetli bir yazıda bu klişeleri kullanmamak imkânsız demek abartılı olmaz. Gerçekten görülmesi şart yerlerden, dost sohbetlerinde iki söz arasında anılması vacip olan mekânlardan biri.
Biz ‘yolumuzu oraya mutlaka düşürenlerdeniz.’ İstanbul’un şaşaadan uzak, kendi hâlinde insanların yaşadığı, sokaklarının kıvrılıp muhterem hayatların arasından uzadığı, esnaflarının hâlen altına tabure çekip komşularıyla iki el tavla attıkları, ahşap evler arasında çamaşır iplerinin gerildiği Cibali sokaklarından Fatih’e doğru biraz köhne biraz derme çatma yollardan ilerleyip varıyoruz kahveye. Adı neden Deliler Kahvehanesi acaba? Biraz Melami, biraz tasavvuf ehli bir hâli mi var gibi sorularımız içeri atılan ilk adımla çoğalıyor. Hani derler ya ‘deli kızın bohçası’ diye tam öyle bir dekorasyon karşılıyor bizi. Hayretle her bir ayrıntıya teker teker odaklanıyoruz. Tavandan aşağı sarkan onlarca sarkaç, pandül benzeri dekoratif eşyalar bir kafeden ziyade eskici, antikacı hadi biraz zorlama bir yakıştırmayla bir film seti dekoru izlenimi uyandırıyor. Sonradan bu objelerin aslında dünyanın dört köşesinden getirildiğini ve her birinin Deliler Kahvehanesi’nin sosyal projesi olan Deliler ve Veliler Derneği’nin üstlendiği iyilik hareketinin finansmanı için satılık olduğunu öğreniyoruz.
Deliler Mi, Sufiler Mi?
Kahvehanenin içeri ilk defa girenler için tam olarak adı konulamayan alışılmadık ezber bozan bir hâli var. Müşteriler gerçek müşteri değil gibi, çalışanlar içeri girenleri ailelerinden birini ya da yakın bir arkadaşını davet ediyormuş gibi karşılıyorlar. Kahvehaneyi ve birazdan detaylı olarak öğreneceğimiz iyilik hareketinin tüm organizasyonu başlatan Ali Denizci başlıyor anlatmaya.
“Deliler Kahvehanesi zaman içinde birkaç kez kabuk değiştirmiş bir gönül birliği hareketinin vitrini aslında. Başlangıç 2009 senesinde Musa Dede ve Tayyar Usta ile beraber kurduğumuz, sokakta yaşayan yardıma ve ilgiye muhtaç insanlara bir sevgi eli uzatmak üzere Derviş Baba Deliler Abdallar ve Meczuplar Kahvehanesi ile başladı. Zaman içerisinde bu yardımlaşma faaliyeti binlerce iyi insanın peşine takıldığı, gönül birliği yaptığı ve giderek büyüyen bir iyilik hareketine dönüştü. Deliler Kahvehanesi de bugünkü hâline ve adına 2016’da kavuştu.”
Kahvehanenin giriş kapısındaki yazı dikkat çekmeyecek gibi değil. Ancak isimdeki “deliler” yakıştırmasında biraz ironi, biraz humor, çokça da ötekileşmenin yaşattığı trajedi var gibi. Yaptığı işten gurur duyan insanlara mahsus bir heyecanla kapıdaki yazıyı açıklayarak devam ediyor.
“Kapıda yani buraya adım atan herkesin ilkin göreceği yerde şöyle yazıyor: Merhaba bu kahvehanede ödediğiniz her hesap bir insana yardım olarak gider. Nasıl mı? Bizler burada gönüllülük esasına göre çalışırız. Kahvehanenin tüm gelirini de yolda kalanların yola devam etmesi için kullanırız.”
Bu Bir Gönül Birliği
“Deliler Kahvehanesi her ne kadar dernek çatısı altında faaliyet gösteren bir organizasyonun parçasıysa da burada her şey gönüllülük esasına göre ilerler. Kahvehanenin tüm ticari geliri diğer yardım kanallarından gelen iratla birleşerek ulaşması gereken insanların gönüllerine karışır. Burası din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı yapmadan, yolda kalanların yola devam etmesinin sağladığı fikirsel bir birliktelik mekânıdır. Modern dünyada bu türlü bir araya gelmiş insanların yaptığı işler kolay anlaşılmıyor maalesef. O yüzden her platformda altını çizmekten yüksünmüyoruz. Bir arada olmalarının ortak noktası gönüllülük olan toplumsal hassasiyetleri müşterek olan insanların önce dilden dile daha sonra sosyal medyanın gücüye buluştuğu, birleştiği; emeklerini, paralarını, zamanlarını, en önemlisi yüreklerini ortaya koyduğu bir gönül birliği bu.”
Önce Kendi Kapının Önünü Süpürmek
Öncelikle kahvehanenin bulunduğu sosyal çevre hedef olarak belirlenmiş. Bölgelerindeki yardıma ihtiyaç duyanlara düzenli yiyecek yardımı yapıyorlar, evsizlere ev kiralıyorlar, şiddet mağduru kadınlara ve çocuklara kol kanat geriyorlar, Suriyeli çocuklara Türkçe öğretiyorlar, mahallenin delilerini alıp yıkıyorlar, onlara bakıyorlar, kısaca kimin ne derdi varsa koşuyorlar. Ve bunu çelebi bir tavırla gerçekleştirip samimi olarak bir vazife addederek yapıyorlar.
“Aslında burada yaptıklarımız insanlık adına büyük bir lütuf değil. Sosyal hayatın sıradan bir anında şahit olduğumuz bir yoksunluk, ufak bir müdahale ile yoluna girecek bir sorun varsa arkamızı dönüp görmezden gelmek yerine, çözüm için harekete geçiyoruz hepsi bu. Çok büyük işler değil çoğu zaman. Bir bebek bezi, mama, muhtaç bir öğrencinin eğitimine devam edebilmesi için ufak bir burs. İnsanların hayatının değişimine tanık olmak için illa maddiyata bağlı temaslar da gerekmeyebiliyor. Bazen sadece dinlemek ve onaylamak da yetebiliyor.”
Böylesine bir iyilik hareketinin bir insani vazife olduğunu ve aslında tek yönlü değil işteş bir aksiyona geçme hâli olduğunu hemen hatırlatıyor. “Bütün bu faaliyetler, yani karşılıksız verme hâli sadece ihtiyaç sahiplerini dardan kurtarmak için değil, verdikçe aldığımızı yaşayarak gördüğümüz için. Daha güzel bir dünyayı el birliği ile var etmenin paylaşmakla mümkün olduğunu bildiğimiz için.”
İyilikte Bir Domino Etkisi
‘Başkasına iyilik yapmak aslında kendine iyilik yapmaktır.’ Deliler Kahvehanesi’nin gösterişten, lüksten uzak, vücut konforu değil ruhi konfor vadeden doğal ortamında ve Ali Denizci’nin anlattıklarından aklımızda yer eden temel cümle bu oluyor. Biraz Mevlevi, biraz Bektaşi, biraz tasavvuf ehli bir pencere açılıyor gözümüzün önünde. İyi olmak için neden-sonuç ilişkisi kurmak yerine, sebepler arayıp bahaneler üretmek yerine, bir an evvel aksiyona geçmek, almadan vermek şüphesiz daha insan-ı kâmil bir davranış. Kibrin, egonun, bencilliğin giremediği Deliler Kahvehanesi macerasının başını merak ediyoruz.
İyilik Bulaşıcı Bir İştir
“Ufacık bir dükkânın içinde başladı her şey. Mahallenin evsizleri, sarhoşları, delileri ile birlikte sıvalarını yaptık, duvarlarını boyadık, parkelerini çaktık. Sonra da ihtiyacı olan herkese şartsız, koşulsuz yardım ettik. Önce delilerle başladık. İsim hikâyesi de biraz oradan gelir. Onları hamama götürdük, temiz üst baş tedarik ettik, yemek verdik. Sonra Sulukule yıkımında evsiz kalanlara, sokakta parklarda yatan insanlara el uzattık. Onlarca aile için Balat’ta evler kiraladık. Evler bitti, dükkânlar tutuldu, döşendi. İyilik aslında bulaşıcı bir işmiş, bu vesileyle bunu da öğrenmiş olduk. Ardından herkes sormaya başladı ‘Biz de bir şeyler yapabilir miyiz?’ diye. Birbirini tetikleyen iyilik hareketleri bizi bugünlere kadar getirdi. Şimdi burada Deliler Kahvehanesi merkezli yaptığımız faaliyetlerde sadece yeme, içme, barınma, sağlık gibi olmazsa olmaz temel meseleler de yok. Kahvehanenin üst katında çoğunluğu çocuklar için olmak üzere müzik dersleri, yabancı dil eğitimi, okuma-yazma dersleri düzenliyoruz. Her faaliyetimizde olduğu gibi bunların tamamını da gönüllüler üstlenmiş durumda.”
Azalarak Çoğalalım
Deliler Kahvehanesi almaya, daha çoğuna sahip olmaya alıştırılmış insanın, vermenin hele de karşılıksız vermenin nasıl da ruhu yücelten bir deneyim olduğunu anladığı bir mekân. Kahvehane vasıtasıyla Deliler ve Veliler Derneği ile tanışan gönüllüler burada ilk kez karşılıksız iyiliğin ruhu temizleyen taraflarını keşfediyorlar. Sevgi, merhamet ve yardım elleri birleşiyor, verdikçe çoğalıyorlar. Eksilmeden zenginleşmeyi öğreniyorlar. Ne demiştik başlarken yolunuz düşmese de gelin, Deliler Kahvehanesi’ndeki iyilik hareketine okyanusta bir damla olun, azalarak çoğalın.
NOTLAR
El Birliği İle Çoğalan İyilik
İstanbul’da Fatih Cibali bölgesinde bulunan Deliler Kahvehanesi’ni alıştığımız kafe-restoranlardan ayıran çok güzel bir özelliği var. Kahvehanenin kapıları ‘yolda kalmışların yollarına devam edebilmeleri’ adına delilere, abdallara, meczuplara, muhtaçlara ve âşıklara sonuna kadar açık. Vardan yoka akan bir iyilik nehri, mekânı yıllardır ayakta tutuyor.
Sorumluluk Bilinci
Gördüğün, duyduğun her şeyden sorumlusun! Ya sorumluluğunun bilincine erip taşın ucundan tutarsın ya da sırtını döner gidersin. İkincisini seçiyorsan yaşadığın hiçbir şeyden şikâyet etmeye de hakkın kalmıyor. Bu daha büyük bir vebal. İnsan böyle bir yükle nasıl yaşar?
“Görüyorsan, Duyuyorsan Sorumlusun!”
Kapıda uzun bir metin halinde yazan Deliler Kahvehanesi’nin misyonu, çalışma ilkeleri çok güzel ama üstündeki üç kelime gerçekten insanı kalbinden vuran cinsten. “Görüyorsan, duyuyorsan sorumlusun!” Bu aynı zamanda Deliler ve Veliler Derneği’nin mottosu olmuş. Gördüklerine, duyduklarına karşı sorumluluk sahibi olduklarının tüm bu iyi insanların benzer sorumluluk duygularıyla hareket ettiğinin ispatı.
Deliler ve Veliler Derneği’nde (Deliler Kahvehanesi) Neler Yapıldı?
273.000 kişi aşevinde karnını doyurdu, 27.000 aileye erzak dağıtıldı, 3.800 çocuk sosyal ve kültürel etkinliğe götürüldü, 2.300 ihtiyaçlının hastane sağlık bakım ve giderleri karşılandı, 864 öğrenciye burs verildi, 13.140 ihtiyaçlıya kıyafet dağıtıldı, 700 kişiye gönüllü öğretmenler eşliğinde özel dersler verildi, 648 çocuk için kurs ve etüt yapıldı, 1.016 kişiye misafirhanede barınma sağlandı, 408 kişiye psikolojik destek verildi, 457 ihtiyaçlı ilçe ve köylerdeki öğrencilere bot, mont ve kışlık malzeme gönderildi, 23.000 öğrenciye kırtasiye malzemesi sağlandı, 54.000 çocuk bayramlarda giydirildi, 733 aileye ev eşyası tedarik edildi, sayısız sokak hayvanının bakımı üstlenildi.
*Bu yazı Marmara Life 2019 / Kasım-Aralık sayısında yayımlanmıştır.